Hacı adaylarını mukaddes topraklara yolcu etmeye başladığımız bugünlerde, meşveret ile Hac arasındaki irtibatı ele almakta fayda mülâhaza ettik. Peygamberimiz (asm) bir hadisinde, “İstihare eden kaybetmez, istişare eden pişman olmaz!” buyurur. Bu, aynı zamanda istişare ile alınan kararın yanlış olması durumunda da pişmanlık duyulmayacağını kastetmiş olmalı. İstişare, çok muhteşem psiko-sosyal sonuçlar doğurur.
“Âlem-i İslâmın mukadderatını meşveret eden ruhanî meclislerin”1 bulunduğunu ifade eden Bediüzzaman, Müslümanların I. Dünya Savaşı’nda kaybedip perişan olmasına ilginç bir yaklaşım sergileyerek; üç mühim İslâm esası, “Salat, savm, zekâtı terk etmesi” olarak görür. Namazı terk ettik; 5 yıl savaş boyunca cepheden cepheye koşarak namaz kıldık. Kıtlık ve açlıkla, yıllarıyla oruç tuttuk. Mallarımız telef olarak birikmiş zekâtları verdik… Çünkü, amelin karşılığı kendi türünden birşeyle verilir.2
Müslümanların perişan olmalarının sebebinin, Kur’ân’ın, İslâmın ahlâkından uzaklaşmaları olduğunu tarihi şahit gösterir: Müslümanlar İslâmiyete sarıldıklarında yükseldiler, medenileştiler; uzaklaştıklarında vahşete, belâ ve musîbetlere hedef olup perişan olmuşlar olduklar...
Bu perspektiflerden baktığımızda; ilimde, fikirde, hukukta ve teknolojide ilerleyemememizin sebebinin İslâmın emri olan “istişare”yi de terk veya lâyıkıyla yapmamamız olduğunu söyleyebiliriz. Bu biraz mübalâğalı gibi görünebilir. Aslında, istişare, demokrasiyle milletle meşveret edilir, “Ne için, ne istersin?’ denilir. Hepsi bu kadar. Bunun dışında meşveretin kazanımları nedir ki, yükselmeye vasıta olsun?
Meselenin psiko-sosyal boyutlarına inilince, “meşveret/demokrasi, fikirlere saygı” sadece bu kadar değil. Meşveret, her türlü fikir ve düşünce hürriyetine zemin açar. Zîra meşrûtiyet hükümete/idareye, yönetime düştüğü vakit, fikr-i hürriyet meşrûtiyeti her yönde uyandırır. Her nev'ide, her taifede onun san'atına ait bir nev'i meşrûtiyeti doğurur. Yani, ilim adamları, öğrenciler, üniversitelerde tam demokrasi, fikir hürriyeti uyanır.
Böylece herkeste yeni fikirler, düşünceler, ufuklar açılır. İşte bu yenilik ve kaynaşmayı meşveretin parıltıları sağlıyor.3 Meşveretle adeta balon hükmüne geçecek ve diğer medenî milletlerle aynı seviyeye, omuz omuza geleceğiz. Zira, meşveret, meşrûtiyetin/ hürriyetin/ demokrasinin yakıtıdır. Dayandığı nokta kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir.
Demokrasi/ meşrûtiyet, milletin hakim olmasıdır. Bütün milletlerin mutluluk sebebidir. Bütün şevkleri ve ulvî duyguları uyandırır. Uykuya son verir. İnsanlığı güdülmekten hayvanlıktan kurtarır; tam insan yapar.4 İstişarenin hak ve hürriyetlere bakan bir cephesinin bulunduğuna işaret eden Bediüzzaman; dehşetli diktatörlüğe karşı meşrûta-i meşrûayı bir kurtuluş vasıtası olarak görür. Hürriyet-i şer’iye, Kur’ân’ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musîbeti def’ eder diye düşünüp, öylece çalışmış.5
İnsanlığın, asırlar boyunca, “telâhuk-u efkâr”/ fikir yardımlaşmasıyla ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün insanlığın yükselmesi ve fenleri doğurmasına vesile oldu. Asya’nın geri kalmasının sebebinin meşvereti terk ile hakiki şurayı yapmamasıdır.6
Öte yandan meşveret, fikir, ilim, güzel hal ve hareketler alışverişidir. Meşveret küçük çapta bir hac; hac, dünya çapında bir kongre ve meşverettir. Zira, Kâ’be’de buluşan her tabaka, her sınıf, biribiriyle meşveret eder. Dünyanın muhtelif yerlerinden gelen Müslümanlar, kendi düşüncelerini, kültürlerini, güzel hallerini biribirine aktarır.
Haccın tek bir gâye ve hedefi vardır. O da Allah’ın rızasını kazanmak! Ama, hac ibâdetinin içerisine de, rızası başta olmak üzere binlerce hikmet ve faydayı yerleştirmiştir. Pek çok maddî manevî hikmetinin yanında hac, insana yeni yeni ufuk ve fikir kapıları açar. İnsanları etkileyen fikir sahiplerinin menşei incelendiğinde, pek çoğunun meşakkatle yoğruldukları görülür. Hastane, hapishane, yolculuk, yâni uzun seyahatler, yeni ve orijinal düşüncelerin mekânlarıdır. Hac aynı zamanda kültür alış-verişidir. Hac, gücü, kuvveti yerinde, zengin olanlara farzdır. Bu insanlar çok uzak memleketlerinden hareketle pek çok belde, bölge, iklim, coğrafya, insan ve kültürlerle karşılaşır. Birçok şey alırken, bir şeyler de verirler. Güzel âdetleri, örfleri, gelenekleri, yeni icât ve keşifleri, değişik hal ve hareketleri görürler; pek çok güzellikleri tesbit ederler. Memleketlerine döndüklerinde onları hem anlatırlar, hem de tatbiki mümkün olanlarını uygularlar.
Dipnotlar: 1- Kastamonu Lahikası, s. 19.; 2- Tarihçe-i Hayat, s. 120.; 3- Beyanat ve Tenvirler, s. 35.; 4-Beyanat ve Tenvirler, s. 47.; 5- Kastamonu Lahikası, s. 50.; 6- Tarihçe-i Hayat, s. 88.
05.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|