Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İsmail BERK

Şefkat, ırkçılığı çözer



Kamuoyunda gerdirilmeye çalışılan ve provokasyon kokan, bazen de manüpüle edilen terör meselesi, Güneydoğu gündemi ile karıştırılmaktadır. ABD ve Irak ile yoğun diplomasinin yaşandığı, iç tedirginliğin arttığı ve sıcak gelişmelerin gözlendiği bir dönemdeyiz.

Terör örgütü PKK, Güneydoğuda istediği tabanı bulamayınca terörün dozunu aniden arttırdı. Mevcut altyapısının giderek çöktüğü, DTP’nin ise iki arada bir derede örgütün “askeri kanadı”na göre konuşmasını ayarlamaya çalıştığı bir vakıa. Buna mukabil halkın tasvip etmediği bir siyasî, ırkçı hareket olmaları sebebiyle, bölgede ciddî tepki toplamaya başladıkları da bilinmektedir.

Tam bu aşamada, ortamı tahrik edici ve şiddeti arttırıcı bir kızgınlıkla karşı karşıyayız. Bunu sükûnete erdirmek gerekiyor. Terörü kendi usûlünce durdurmanın yolu, toplumu terörize etmemektir. Aksi halde ayrılıkçı unsurların ekmeğine yağ sürülmüş olur.

Bölgenin sosyo ekonomik parametreleri iç açıcı değil. Sefalet ve cehalet diz boyu. Sevgisizlik ve şiddet kültürü ise sürekli aşılanıyor. Buna karşılık, devletin şefkat eli ve sevgi dili yansımadığı zaman, bölge insanı açısından içinden çıkılmayacak şekilde iki yönlü sıkışma yaşanmaktadır.

“Kürt meselesi” ile kastedilen konu, etnik temelli bir görüş açısı ile bölücü sonuçlara götürecek söylemleri ve tavırları kapsıyorsa ve tanımlıyorsa, ırkçıdır ve tahrip edicidir. Tasvip edilecek bir yönü yoktur. Bunu tırmandırmamanın ve yeni insanları buraya açık veya aleni dahil etmemenin birinci yolu, mukabil ırkçılığı frenlemektir. Yani Türkçülük kokan ve tahrik eden söylemlerden ve kastı aşan beyanlardan uzak durmaktır.

“Asabiyet-i milliye” olarak tanımlanan bu ırkçılık salgını, maalesef bir çok insanın zaif damarıdır ve her an etkilenmeye ve tahrike müsait bir fitne kazanı gibi insanlarda mevcut bir potansiyeldir. Özellikle herkesin zarar gördüğü ve terör belâsının can aldığı zamanla ile ilişkili olunca, gerçekten asab/sinir bozucu ve bazen vitesten atan bir kontrolsüzlüğün parçası olabilmektedir.

Bediüzzaman, Cumhuriyet öncesi Kürt bir talebesinin, dini eğitim alırken Türk kardeşlerini çok sevdiğini, daha sonra kendisinden ayrılıp frengi tabir ettiği modern eğitimleri alınca ve damarına dokunan bir aksülamelle, Kürt hassasiyetinin arttığını ve Türk kardeşine husûmet duyar hale geldiğini müşahede eder. Onu ikaz eder. Dini irşadını yapar ve onu o zihni bulanıklıktan ve insanî, imanî olmayan halden kurtarır.

Bu anekdottan anlıyoruz ki, ülke birliğinde, İslâm kardeşliğinin ırkların birbirini tanımasına ve yardımlaşmasına vesile olduğunu söyleyebiliriz. Bunu ortaya koyacak makul ve müşfik tavrın, zamanla bir çok buzu eriteceğini ve ırkçı Kürt hareketlerini ve zımni destekçilerini etkisizleştireceğini ifade edebiliriz.

Bunun temininde, Bediüzzaman’ın “Ey Türk Kardeş!” dediği yerde tatlı bir ikazda bulunur: “Bilhassa sen dikkat et.” Dikkat, hata yapmama uyarısıdır. Çünkü kaşımaya müsait bir yapı var, cehaletten ve sair zafiyetlerden istifade etmeyi bekleyen “ejderhalar” var. Bugün dış politikamızı saran aktörlerin çoğuna baktığımızda, bu baskıların nasıl yapıldığını ve fitne tohumlarının nasıl ekildiğini görürüz.

Bu safhada fikri düzeydeki tartışmalardan, velev ki yanlış ve kasıtlı da olsa kaçınmamak gerekir. Bir meseleyi çözmenin yolu, önce muhatabını dikkate alma, yok saymama ve sabırla birbirine fikri diyalog ve müzakere kapılarını açarak değer vermekten geçer. Bunun da ön şartı önce zarar vermemektir.

Türkiye’nin en çok buna ihtiyacı var. Ayırıcı, nifak tohumlarına sebebiyet veren münaferet uyandıran sıkıntılı konuşmalardan uzak durmak elzemdir. Yüzyıllara baliğ, küllenmiş konularda ayaküstü ve aslını bilmeden afaki yorumlarla ahkâm kesmenin kolaycılığı ile bir netice hasıl olmaz.

Bir başkası adına, muhatabını anlamadan ve empati yapmadan yaftalama kolaycılığı dışlama ya da baskı ile kendine benzeterek, ötekileştirerek makul bir sonuca gitmek mümkün değildir. Bu şekilde topluma fayda sağlanamadığını geçen zaman ispatlamıştır.

Bu krizin ve zihnî şartlanmışlığın tedavi metodu şefkattir. İlaâcı ise muhabbettir/sevgidir. Malî, zihnî ve kalbî sermayesini sevgiye feda edecek kahramanlar bu işi çözer. Yani “Muhabbet fedaileri.”

05.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.11.2007) - Yatsıya kalmak

  (01.11.2007) - Güneydoğu’yu anlamak

  (31.10.2007) - Osmanlı'yı öğrenmek

  (30.10.2007) - Güneydoğu meselesi

  (29.10.2007) - Cumhuriyete resim ve ruh

  (28.10.2007) - Akşamla namaz

  (25.10.2007) - Güneydoğuya bakış

  (24.10.2007) - Terör neden tırmanışa geçti?

  (23.10.2007) - Terör belâsı

  (22.10.2007) - Tezkerenin düşündürdükleri

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri