Kendisi aktif siyasetle uğraşmayan, siyasetin başına geçmeyi düşünmeyen, talebelerini de bir siyasî parti kurmaktan ve siyaset yoluyla başa geçme çabasından men'eden Bediüzzaman Said Nursî'nin, yine de siyasetle uğraşan birçok dostu, seveni olmuştur.
Bir önceki yazıda, bu dostların Meşrûtiyet döneminde yaşamış bazı simâlarından söz ettik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Fırtınalı dönem
Dost kervânına dahil olan siyasilerin sayısı fazla değildir.
Gariptir ki, bu cenahtan samimane dost olanlardan öncü kısmının siyasî hayat ve icraatleri de hep kısa olmuştur.
Meselâ, 1908'de hürriyet kahramanı ilân edilen Resneli Niyazi Bey, komitacıların iğfaliyle korumasına vurdurularak katledilmiş, bir diğer İttihatçı lider olan Enver Paşa ise, Buhara taraflarında vücuduna isabet eden Rus mermileriyle şehit düşmüştür.
Prens Sabahaddin ve Mizancı Murad gibi aydın ve bilgin şahsiyetler ise, şiddetli baskı ve tehditler altında tutularak, onların siyaset yapmalarına imkân, fırsat verilmemiş.
Bütün bu zorluklara ve aksiliklere rağmen, yine de Meşrûtiyet hükümeti tarafından Van'da tesisi teklif edilen Medresetüzzehra'ya sahip çıkılmış, eser için ödenek ayrılmış ve inşaatı başlatılabilmiştir. (İnşaat hizmeti, 1914'te patlak veren Dünya Harbi sebebiyle akamete uğradı.)
Kezâ, yine bu dönemde Divân–ı Harb–i Örfî, Münâzarât, Hutbe–i Şâmiye, Sünûhat gibi hakikî hürriyet ve meşrûtiyeti anlatan müstesnâ eserlerin basım ve dağıtımı yapılabilmiştir. (Not: Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserin ilk baskısı için, hükümet tarafından yasak ve toplatma kararı çıkartıldı. Eser, daha sonra beraat etti ve aynı dönemde ikinci kez basıldı.)
Mutlak istibdat
Tıpkı Meşrûtiyet döneminde olduğu gibi, yeni Meclis ve yeni Cumhuriyet döneminde benzer durumlar yaşanmış. Meselâ, Ali Şükrü, Hüseyin Avni, Refet Bele ve Kâzım Karabekir gibi tanınmış vatanperver şahsiyetlerin, aktif siyasetle uğraşmalarına fırsat tanınmamış, hatta kimisinin canına okunmuş ve kimisinin de siyasetle arasında set çekilmiştir.
Buna rağmen, yine bu gibi dost zâtların takdir ve alâkadarlığı sâyesinde, Üstad Bediüzzaman'ın Hubâb, Beyannâme ve Tabiat Risâlesi (Arabî) gibi eserleri Ankara matbaalarında tab ve neşredilebilmiştir.
1923'ten sonra, araya uzun süren bir kesinti devresi girdi.
Üstad Bediüzzaman ile mebusların, bakanların ve diğer siyasilerin müsbet mânâdaki irtibatı kesildi.
Hele hele, 1925 sürgününden sonra, hemen bütün siyasiler, Said Nursî'ye ve onun temsil ettiği imân–Kur'ân dâvâsına adeta düşman kesildiler. İcraatleriyle de bunu ispat ettiler.
Yani, din nâmına gördükleri hemen her şeyi yasaklayarak, yahut bozup saptırarak, esasen insanlık tarihinde görülmedik bir tatbikatta bulundular.
27 yıl süren bu tatbikat tarzını, Said Nursî "mutlak istibdat" şeklinde târif ve tavsif ediyor.
Artık şeytanın emrine giren o dönemin siyasetinden Allah'a sığınarak uzaklaşan Üstad Bediüzzaman, gizli ve münafıkane bir tarzda tezgâhlanan imansızlık cereyanına set çekecek ve tahkiki imanı kalp, ruh ve dimağına yerleştirecek eserler yazmaya koyuldu.
Ona "Sen siyaset cereyanında mısın?" diye kuşkulu yaklaşanlara, o "Efendiler, ben imânın cereyanındayım" diye karşılık vererek, seviyesiz siyasetle arasına koyduğu mesafeyi tarif etti.
Onun siyasilerle kopukluğu, irtibatsızlığı, hatta zıddıyeti, tâ 1950 senesine kadar devam etti.
Yeni bir pencere açıldı
1950 senesine gelindiğinde, ciddî mânâda meşrûtî/demokratik bir pencerenin açıldığını düşünen ve artık siyasetle belirli ölçüler dahilinde alâkadar olmanın gerektiğine kanaat getiren Üstad Bediüzzaman'ın, bazı siyasetçilerle samimî dostluk münasebetleri kurduğunu da görmekteyiz.
Kendi ifadeleriyle, Adnan Menderes, Tevfik İleri ve Namık Gedik gibi üst seviyeden hükümet erkânlarını vatan, millet ve din hizmetinde samimî birer dost mesabesinde görmektedir.
Aynı şekilde, Gazi Yiğitbaşı, Tahsin Tola, Gıyaseddin Emre gibi Risâle–i Nur'a hizmet eden mebuslarla da daimî irtibat halindedir.
Bütün bu dostane münasebetler neticesinde, bilhassa 1957'den itibaren bütün Nur Külliyatının ilk kez olmak üzere matbaalarda basılıp neşredildiğini görmekteyiz.
Hakkını teslim etmek lâzımdır ki, bu makbul ve muazzam hizmetin ifasında, bizzat Başbakan Menderes'in maddî ve mânevî büyük destekleri olmuştur.
Bununla beraber, halen hayatta olan muhterem Gıyaseddin Emre de şahittir ki, Adnan Menderes, muhalefet lideri İsmet Paşanın hakaret ve sataşmaları karşısında susmamış ve Meclis kürsüsünden Said Nursî'yi açıkça müdafaa ederek samimî dostluğunu dünya âleme deklare etmiştir.
İşte bizim, dün olduğu gibi bugün de dost mesabesindeki siyasîlerden beklediğimiz merdane tavır budur.
Yani, korkmasınlar, çekinmesinler ve yeri, zamanı, makamı geldiğinde, Said Nursî'nin vatan ve millet hayrına ortaya koymuş olduğu içtimâî reçeteleri yüksek sesle dillendirsinler.
Evet, yapacakları, söyleyecekleri birşeyler varsa, bunu şimdi ortaya koysunlar. Zira, gidişata bakılırsa geç bile kaldılar.
Ama, işin bir de nasip meselesi yönü var. Nasipleri yoksa, yapacakları herhangi birşey de yok.
Not: Konu bitmedi, bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
05.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|