Gerçekten de Türkiye’nin kararlılığı sonunda meyvasını verdi. Hükümet ile ordunun kenetlenmesi ve bir mesele üzerine mesai teksifi demek ki sonuca varabiliyor. Elbette 8 Türk askerinin kaçırılmasında trajediler, zaafiyetler de vardı. Bununla birlikte, diplomatik ve askeri baskı ve siyasi kararlılık istenilen neticeyi verdi. Bu neticeyi ilk önce Genişletişmiş Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısında hissettik. Oyalama değil, kararlı işbirliği havası hakimdi.
Türkiye bu toplantıda istediğini elde etti. Hatta o kadar ki, herkes Kürt partizanların ve ABD’nin Türkiye’yi bir daha oyalama cihetine gideceğini zannediyordu. Hürriyet gazetesi bile kroşe yemiş gibi oldu ve ters köşeye yattı. Ama toplantının havasından Türkiye’nin bu neticeyi istihsal edeceği anlaşılıyordu. Bununla birlikte, 8 Türk askerinin Barzani üzerinden Amerikalılarla birlikte Genelkurmay’a teslimi yeni gerçekler doğurmuştur. Belki de salıverme işleminin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington gezisi ve Bush’la görüşmesi öncesine denk getirilmesi bu amacı temine yönelikti. Netice itibarıyla, salıverme işlemi Türkiye’nin operasyon beklentilerini aşağıya çekmiştir. Gerek İstanbul’daki olumlu havadan gerekse PKK’nın Mehmetçikleri tesliminden sonra operasyon havası şimdilik dağılmıştır. Bu mesele görüşmede Washington’ın elini güçlendirmiştir. Artık Kandil’deki unsurların tasfiyesi en azından başka bahara talik edilmiş ve Irak yönetimi ile Amerikalıların insiyatifine terkedilmiştir.
Bununla birlikte, Türkiye bu meseleyi milat kabul edip kalıcı tedbirlere yönelmelidir. Kalıcı terbirlerin elbetteki birçok yönü var. Bu yönlerden birisi Yalman Paşa veya Doğan Güreş gibi ‘ex generallerin’ de ifade ettikleri gibi vizyon meselesidir. Yani meseleye nasıl bakmak gerektiğidir. Burada belki de düşünülmesi gereken husus, yurttaş veya vatandaş eşitliğinin aynı zamanda milli kimlik eşitliğine tekabül edip etmediğidir? Veya ortak çatının mahiyeti ne olmalıdır? Bunun ötesinde ortak devlet, ikili veya çoklu yapı mıdır veya mozaik mıdır? Burada ferdi kimlikle milli kimliği ayırt edecek miyiz?
***
Hüseyin Hatemi bazı Kürt sivil toplum örgütlerinin alternatif anayasa taslağıına bakmış ve burada ‘ayrılma’ hakkından bahsedildiğini görmüş. Dolayısıyla vizyonunu netleştirmesi gereken sadece Türkiye değil. Ayın zamanda Kürtler de vizyonlarını geliştirmeli, değiştirmeli ve netleştirmelidirler. Zaten yarayı derinleştiren de bu vizyonsuzluktur. Zira taleplerin nerede duracağının kestirilememesi karşılıklı güveni zedelemektedir. Ve Kürtçülük meselesi ve her millete bir ulus devleti meselesi mânâsız bir meseledir ve gerçekçi değildir. Günün birinin veya asrın birinin modası olarak kalmaya mahkumdur. Bu meselede vizyon geliştirmek evvelemirde Kürt aydınlarına düşmektedir. Tevhid-i referansa gitmelerinde ve İslâmı referans almalarında onlar için hayati ehemmiyet vardır. Yoksa Kürtler asıl o zaman kimliklerine yabancılaşıyor ve İslâmdan sıyrılıyorlar. PKK ve Kürtçü partiler Kürtleri İslâm kimliğinden sıyırmaktadır. Mehdi Zana ve diğer bazı Kürt liderleri bunun açık örneğini teşkil etmektedir. Kıvırmaya gerek yok ve Kürt sosyolojik değişimi bunun en büyük kanıtıdır. Kimlik kalmadığında geriye kiralık kimlikler kalacaktır. Kimlik mücadelesinin kiralık kimlikler şekline evrilmesi ne hazindir ve tutulan yolun yanlışlığının da ispatıdır.
Nitekim, PKK kiralık silah haline gelmiştir. Türk askerlerinin salıverilmesi de hatırlı çevreler sayesinde gerçekleşmiştir. İşte bu hatırlı çevreler PKK’nın yönlendiricileridir. Demek ki hedefleri ve taktikleri başkalarından bağımsız değil. O halde gelişmeler onların kiralık silah olduklarını göstermektedir. Türkiye’nin bu vizyon tespitiyle birlikte yapması gereken sınır içindeki önlemlerini tahkim etmesidir. Bu da mobil ve dağ şartlarına haiz birlikler sayesinde olabilir. Bunun için özel kuvvet veya birliklerin temin edilmesi gerekir. PKK bundan böyle kolay kolay Irak sınırından sızarak, taşarak saldırı gerçekleştiremez. Hamilerini ve patronlarını rahatsız etmek istemeyecektir. Ama Türkiye’nin de kendi planını yapması gerekir. Olayın bu şekilde sonuçlanması da göstermiştir ki kim aksini iddia ederse etsin ABD, Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyine girmesini istememekte ve bunu hayati çıkarlarına aykırı addetmektedir. Bunun hilafına söylenenler denklemden düşmüştür.
***
Şimdilik operasyon buzdolabına kaldırılmıştır. Ama bu neticenin alınmasında caydırıcılık da esas amil olmuştur. Sadece caydırıcılık da yetmez, diplomasi de, siyasi kararlılık da pazarlık zeminini ve marjını güçlendirmiştir. Sıra geldi uzun vadeli tedbirleri. Bunun için de Türkiye’nin vizyonunu netleştirmesi gerekiyor ki bir daha bunlar tekerrür etmesin. Bazıları DTP’nin kendilerine karşı oluşan nefret dalgasını yatıştırmak ve kırmak için arabuluculuk yaptığını yazmıştır. Elbetteki doğruluk payı olabilir. Ama neticede, Türkiye ve bölge büyük bir badire atlatmıştır.
Barzani’lerin son dakika tutumları çiğliklerini gösterse de yine de olumlu bir işbirliği sergilediler. Kuzey Irak’taki üç PÇDK bürosunun ‘faaliyet izinleri’ yok diye kapatılmaları ve teröre işaret edilmemesi kendileri açısından iç tutarlılıklarını gösterse de Türkiye açısından bir kez daha güvenilmezliklerinin işareti olmuştur . Dileriz gelişmeler daha müspet mecrada seyreder.
05.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|