Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Sabır kuvveti -1

Hayatına bıraktığın her olumsuzluk mutlaka yeşerecektir.

Gecenin sessizliği çökerken kâinatın üzerine, acı bir çığlık odanın duvarlarına vuruyor. Sessizliği bölercesine bir yudum su gibi azizliğini gösteriyor. Onun için çığlık başvurulan bir kapı; dayanma adına bir inleyişti. Sesine ise evlerine çekilen insanlar değil, yan odada bulunan kardeşi yetişti. Bu bağırışların ne olduğunu ilk başta anlayamadı. Odaya girdiğinde Gülten’in saçlarını çeke çeke kendinden geçmiş bir şekilde bağırdığını gördü. Bu halini görünce bütün ruhu, bu dehşet verici görüntüden nasibini aldı. Gözleri bu manzara karşısında ilk ne yapacağını bilememenin muammasına düştü. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından, yanına koştu; onun ellerini saçlarından alıp sakinleştirmeye çalıştı:

-Gülten sakin ol. Kendine gel, dedi.

Gülten, onu duyacak durumda değildi. O ne kadar sakinleştirmeye çalışsa nafileydi. Bir an kardeşinin elinden kurtulup odadan kaçtı. Asumanda onun peşinden koştu. Salona geçip yine saçlarını yolmaya başladı. Bir yandan bağırıyor. Bu geçirdiği sinir krizine hakim olacak durumda değildi. Ne yaptığını da bilmiyordu. Asuman yanına oturup ellerini yüzüne getirdi. Bu sevgi dokunuşu hissettiğinde biraz sakinleşmeye başladı. Bağırması yavaş bir inlemeye dönüştü. Gözleri ona sevgiyle bakan kardeşini gözlerine çevirdi. Asuman bunu fırsat bilerek konuşmaya başladı:

-Canım kardeşim her şey yoluna girecek.

Gülten onu duymuyor gibi bakıyor. Daha doğrusu bundan sonra duyacağı hiçbir söz artık onu etkilemiyor. Sanki bakışlarıyla konuşma dercesine ablasına mânâ yüklü bir bakış fırlattı. O da bunları bildiği halde yine de konuşmasına devam ediyor:

-Ne olur kendine gel. Bu halin hepimizi üzüyor. dedi.

Az önceki asabi halinden bir eser kalmayan Gülten başını yana çevirip kardeşine cevap verdi.

-Kendime gelecek hal kalmadı. Her geçen gün ömrümden bir gün daha gidiyor. Ölüme yaklaştığımın farkında değil misin?

Asuman kardeşinin hastalığının ne kadar dehşetli olursa olsun her zaman teselli verme yönü denediği için yine o yola başvurdu:

-Allah’tan ümit kesilmez.

-Ben o ümidi çoktan kaybettim. Artık korkuyla ölümü beklemekten başka çarem yok. Bana teselli verme.

-Kendine çok eziyet ediyorsun. Mutlaka güneş doğacak. Bu karanlık günler mazinin sayfasında hatırlana bir anı olarak kalacak.

-Benim karanlığımın arkasından doğmayacak. Doğsa bile ben o güneşi görmeyeceğim. Nasıl bir hal içinde olduğumu az çok anlayabiliyor musun? Yoksa sana tarif edeyim mi? Gerçi bizatihi yaşamadığından dolayı anlaman mümkün değil. Sen sadece benim bu birkaç ayımı gördün. Ya hastalığımı öğrendikten sonra başlayan o süreçte neler yaşadım. Bana teselli vereceğine neler yaşadığımı sorsana. Bir yıldır bu hastalıkla cebelleştiğimi bile bile yurt dışından gelmeyi hiç düşünmedin. Ne zaman durumumun ağır olduğu söylendi. Hemen ilk uçakla geldin.

-Bana ilk başlarda durumun ağır olduğu söylenmedi. Her zaman telefonda seninle görüştük. Ameliyata girmeden önce seni hep aradım. Yanındayım dedim.

-Ama yanımda olmadın. Ben ruh olarak değil etinle kemiğinle yanımda olmadı istedim. Ameliyattan çıktın sonra ellerimde kardeşimin ellerini hissetmek istedim. Moralim çok bozuk olduğu için ameliyatlarım da iyi geçmedi.

Asuman başını yere eğdi. Zaten yaşadığı pişmanlık onu zaten eziyordu. Üstelik kardeşi onun yanında olamayışını il kez yüzüne vurmuştu. Utandı çok utandı.

Gülten biraz sitemli biraz da alaylı bir ifadeyle:

-Kardeşim yaşadıklarımı dinlemek ister misin? istemesen de ben anlatacağım. Tekrar yarayı deşmek olacak. Ama ben o yaşadıklarımın saniye saniye unutmadım. Sanki beynim de hâlâ onları yaşıyorum.

Gülten ağlayarak anlatmaya başladı:

-Uzun zamandır baş ağrılarım vardı. Hatırlarsan telefonda bazen sana söylerdim. Sende ihmal etme mutlaka doktora git derdin. Bende sözüne uyup ertesi gün hastaneye gittim. Röntgen, tahlil derken sonuçlarıyla doktorun karşısındaydım. Geceden beri korkularım ayyuka çıkmıştı. Sonuçların merakı beni gece boyunca rahat bırakmadı. Sabah nasıl hastaneye geldim bilmiyorum. Annemde yanımdaydı. Doktorun ağzından çıkacak her kelime beni hezimete uğratmasından korkuyordu. Ya çok ciddi bir şeyim varsa! Bunu düşünmek bile bana dehşet veriyordu. Doktor tahlil sonuçlarına başını kaldırdıktan sonra bana biraz tebessümvari bir şekilde baktı. sonra:

-Beyninizde ur var.

Hemen yerimden kalktım. Bu genç yaşta bu hastalık beni nasıl bulur diye dilim isyanlara gelmişti. Doktor:

-Sakin olun. Bu ur iyi niyetli. Endişelenecek bir durum yok.

Doktorun endişelenecek durum yok demesine rağmen bir türlü kendime gelemedim. Başka tetkiklerde yapılacaktı. Bu hastaneye sürekli geleceğimiz anlamına geliyordu. Benim için kaos dolu günler başladı. Doktor her ne kadar urun iyi huylu olduğunu söylese de içimden inanmak gelmiyordu. Annemin gözyaşları ise derdime çare değil kötü olmama sebep oluyordu. Nasıl evhamlı olduğunu bilirsin. Sanırım bende ona çekmişim. O gece düşünmekten sabaha kadar uyuyamadım. Halim ne olacak? Bu hastalık beni ne hale getirecekti. Gelecek korkusunu dehşet verecek şekilde yaşamaya başladım. Merak beni daha önce hiç tatmadığım duyguların ortasına bıraktı. Veba gibi her yanıma saldı. Aklımdan ne kadar çok atmaya çalışsam sanki müptelası olmuşum gibi beni rahat bırakmıyordu. Merakın hırçın dalgalarında boğuşur hale geldim. Ben sahile ulaşmaya çalıştıkça o beni tutmaya çalıştı. Ona teslim olmam için bana sıkıca sarıldı. Bu da kâbus dolu günlerin başlangıcı oldu. Bu dönemlerimde sen yanımda yoktun. Annemin ise korku ve gözyaşları beni yıprattı.

Doktor ameliyat dedi. Uru almak gerekiyormuş. Bana durmadan teselli verici sözler söylüyordu. “moralimi düzgün olması gerekiyormuş. Korkmamam ve kendimi hastalığın gidişatına bırakmamı istedi” ama korkmamak mümkün müydü? Özellikle de benim gibi evhamlı bir kızın. Telefonlarda sana durumumun hep iyi olduğu söylendi. İlk başlarda iyi di. Doktorun söylediğine göre çok merak etmem hastalığımı birken ikileştirmiş.

(Devam edecek)

Fadime KAYA

03.11.2007


Şehit Mehmet’e

Duâlarla gittin askere

Kınalar yakıldı ellerine

Vatanını korumak için

Emanet edildin Rabbine

Albayrağı beklerken siperde

Namus borcunu öderken milletine

Hain bir pusuda vurdular seni

Ruhunu teslim ettin Rabbine

Arş-ı âlâya yükselirken şehitler

Gülümser onlara melekler

Yoldaştır yanlarında melekler

Rabbine gülümseyerek

Hakka yürür şehitler

Yılmaz SALIK

03.11.2007


İslâmî terör bir saptırmadır

İslâm ile terör, bu iki kelime birbirine yakışmıyor. İfade edilmesi bile insanı rahatsız ediyor. Çünkü, böyle bir şey olamaz, olmamalı.

Bu iki kelimeyi yan yana kabullenemememizin sebebi gayet basit: İslâm dininin böyle bir şeye müsade etmediği ortada. Zira bu konuda sağlam gerekçelerimiz var. Bu gerekçelerdir ki, bize bu kanaati vermiş. O da: İslâm dininin terör ile yakından uzaktan herhangi bir alâkasının olmayışıdır.

Hadise şudur: Kafaları karıştıran manzara, bazı şahısların Müslüman kimliği ile yaptığı terördür. Yani, Müslüman kimliği taşıyan teröristlerin zaman zaman boy göstermesidir. Bunu inkâr etmek doğru olmaz. Şunu itiraf edelim ki, Müslümanların bir kısmı bu yanlışa alet oluyor. Hastalığı iyi teşhis edeceğiz ki, çare bulmakta gecikmeyelim. Ancak, bu görüntü burada durmuyor, cerbeze ile bir anda “İslâmî terör” şekline dönüşüveriyor. İşte kabullenemediğimiz durum budur.

Said Nursî Hazretleri, Hutuvat-ı Sitte adlı eserinde insanlarda bulunan altı tane “muzır madenden” bahseder. Ona göre “Ruh-u gaddar” bu damarları işleterek bizi yanlışa sevk etmektedir. Bu altı damardan ikisini dikkatlerinize arz etmek istiyorum.

Biri, “kiminin humkunu” kullanır. Yani, ahmaklığını kullanır. Biri de, “kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor” diyor. (Hutuvat-ı Sitte, sayfa 98)

Bu iki zayıf damarı bir araya getirdiğimizde “Dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan” ifadesi ortaya çıkıyor. Takdir edersiniz ki, ahmaklığından önünü arkasını göremeyen bir insanın çok çabuk yanlışlara sürüklenebileceği açıktır. İşte din düşmanı (Ruh-u gaddar) gelip içimizde bu sıfatları taşıyan kişileri arayıp bulduktan sonra biraz da gaz verince iş bitiveriyor.

Dünyada veya ülkemizde gerçek anlamıyla terör, bu güne kadar siyasî iktidara sahip olmak için kullanılmıştır. Osmanlı döneminde olsun, cumhuriyet döneminde olsun terör veya anarşi, darbelerden önce darbeler “haklı çıksın” diye kullanılmıştır. Ve terörü üreten de dinsizlik ve komünistliktir. 20. asırda yapılan tüm ihtilâller buna örnek gösterilebilir. Her darbe öncesi terör eylemlerine şahit olmuşuzdur.

Erdal İnönü’nün ölümünden önceki konuşmalarında partilere en son mesajı, ‘terörü siyasete alet etmeyin’ olmuş. Demek siyasî partiler geçmişte fazlasıyla alet etmiş ki, Erdal İnönü de bu işten rahatsız. Yine, 1980 ihtilâlini değerlendirilen bazı emekli komutanların sarfettiği şu sözler de çarpıcı: “Darbe olgunlaşsın diye bir yıl bekledik.”

İşte, gerek 11 Eylül 2001 ‘İkiz Kule’ saldırısı, gerekse buna paralel saldırılar, zahiren din için gerçekleştirildiği ifade edilse de hakikatte başka maksatlarla yapıldıkları anlaşılıyor.

İşte Irak, Afganistan, Filistin… vs. hepsi bu minval üzere gidiyor. Zahiren eylemler şer güçlerini defetmek için yapılıyor. Ama sonuçta o güçlerin işine yaradığını görmek lazım. Biraz dikkat eden yapılan direnmelerin ve terörist eylemlerin İslâm dinine hiçbir faydası olmadığını görür.

Irak’ta terör ve anarşi azdıkça ABD ve müttefiklerine iş çıkıyor. ABD yönetimi çok rahat bir ifadeyle “bu ülkeyi böyle bir durumda yalnız bırakamayız” diyebiliyor. Irak, yönetimi de hakimiyet kuramayacağı korkusuyla “kal” diyor.

Teröre sebep olan onlar, terörden faydalanan onlar, ‘hayır için geldik’ diyen de onlar. Terörist muamelesi gören ise Müslümanlar ve terör ürettiği propagandası yapılan din ise İslâm dini. Varın bu acı hakikatle ilgili kararı siz verin.

Nurettin HUYUT

03.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri