Hissiyat ve hamaset, her tarafta kol geziyor, bugünlerde.
Hissî ve hamasî nutukların arenasında, alkış tufanları kopuyor.
Alkış fırtınasının en büyüğü ise, "sınır ötesi harekât" nâralarından sonra koptuğu gözlemleniyor.
Bu tür nâraların yükselmediği yerlerde, siz istediğiniz kadar mantıklı konuşun, istediğiniz kadar itidalli olmaktan, akıllı davranmak gerektiğinden dem vurun, kolay kolay alkış alamazsınız.
Hatta, bir ihtimal "Yuh! Korkak!" yaftasına dahi maruz kalabilirsiniz.
Gelinen bu nokta, hiç de övünülecek bir realite değil; belki bu, âzamî derecede dikkatli olmayı gerektiren bir tehlikeli gerçeğin teessürlü, teessüflü ifadesidir.
* * *
Bereket versin ki, herşeye rağmen yine de aklı, mantığı ön planda tutanlar, serinkanlı olmayı, temkinli davranmayı öğütleyenler vardır.
Üstelik, sayıları da az değil, bu kesimden insanların.
Ne var ki, bunların âkılâne söz ve öğütleri, yüksek volümlü hamasî nutukların gümbürtüsü sayesinde yeterince duyulmuyor, dolayısıyla anlaşılamıyor.
Onun için, ne yapıp etmeli, kitlelerin dikkatini bu akıl sahiplerinin söylediklerine çekmeli.
Zira, ülkenin menfaati de burda, milletin selâmeti de...
* * *
Hissiyat, hamaset, elbetteki herkese ve her millete lâzım.
Lâkin bunlar, mutlak sûrette aklın elinde ve mantığın kontrolünde olmalı.
Kontrolden çıkan bir hissiyat, aklı dışlayan bir hamaset, bir gün mutlaka döner ve sahibine zarar vermeye başlar.
Öfkeyle kalkanın zararla oturduğunu, atalarımız da bize öğütlüyor.
Hasıl olan zarar ziyan, kişinin sadece kendisiyle, yani şahsî hayatıyla sınırlı kalması başka, bunun daha geniş daireyi ve başkasının hayatını etkilemesi ise, daha başkadır.
Öfke ve hiddet eseri yapılan bir hareketin meydana getireceği muvakkat zarar ziyanın ötesinde, bu tür davranışların kitlesel bir harekete dönüşmesi halinde, bu işin ayrıca kalıcı günahlara ve ağır vebâllere sebebiyet vereceği de unutulmasın.
Zira, kitlevî harekete dönüşen kontrolsüz bir hiddetin, zalimin, câninin yanı sıra, mâsumlara ve bîçarelere de zarar vereceği muhakkaktır.
Mâsumlara zarar verecek, onların hukukunu çiğnetecek bir zâlimane harekete ise, aklı başında hiçbir Müslüman tarafdar olamaz; böyle bir şeye razı dahi olamaz.
Zira, zulme rıza ve taraftarlık dahi, bir nevi zulümdür.
* * *
Bir Müslümanın her zaman ve her yerde iyilik yapmaya, hayır hasenat işlemeye kuvveti, kudreti yetmeyebilir. Ama, hiç olmazsa günaha girmemek, vebâl altında kalmamak gibi bir ihtiyar ve iradesi var.
İşte, mü'min kişi bu iradesini akıldan, mantıktan yana koymalı, vicdandan yana kullanmalı.
Bu sâyede, hem hissiyatı kontrol altına almış olur; hem de muhtemel günâhlara, vebâllere karşı kendini muhafaza etmiş olur.
GÜNÜN TARİHİ 31 Ekim 1923
Dokuz yıllık seferberlik
Dokuz yılı aşkın bir süredir yaşanan "umumî seferberlik" halinin kaldırılması kararı alındı.
Birinci Dünya Savaşının Avrupa kıtasını etkisi altına almaya başlaması üzerine, Osmanlı Devleti de tayakkuz haline geçti ve 2 Ağustos 1914'te törenle "umumî seferberlik" ilân edildi.
Birinci Dünya Savaşını İstiklâl Harbinin takip etmesi sebebiyle, seferberlik halinin de sürüp gitmesini gerektirdi.
Nihayet, Ankara'da kurulan hükümetin yeni Türk devletine dönüşmesi ve yeni devletin şeklinin "Cumhuriyet" olacağının ilân edilmesi, seferberlik halinin de artık sona erdirilmesi gerektiğini gösteriyordu.
Nitekim öyle oldu. Cumhuriyetin ilânından iki gün sonra toplanan Millet Meclisi, dokuz yıldır süregelen seferberlik halinin kaldırılmasına karar verdi.
* * *
Birinci Dünya Savaşı sebebiyle, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Sırbistan, Bulgaristan gibi müdahil diğer ülkelerde de seferberlik ilân edilmişti.
Ancak, bu olağanüstü hal, onlarda kısa sürmüş ve harbin bitmesiyle de sona ermişti.
Buna göre, seferberlikle birlikte sıkıyönetim halinin en uzun süreli olarak uygulandığı yegâne ülke Osmanlı ve onun devamı mahiyetindeki Türkiye oldu.
31.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|