Cumhuriyet ne değildir?
Cumhuriyet kavramı ile ilkokuldayken tanışmıştık. Bize en yalın haliyle “halkın kendi kendisini yönetmesi” olarak öğretmişlerdi. Çocuk ruhumuzla cumhuriyetin çok güzel bir şey olduğunu anlamış, bu duygularla şiirler okumuş, marşlar söylemiştik. Zira cumhuriyet demek özgürlük demek, bağımsızlık demekti. Hak ve adalet demekti. Kanun karşısında herkesin eşit olduğu bir sistemin adıydı.
Cumhuriyet medeniyetti, kalkınmaydı. Bilim ve teknolojiydi. Yeniliklere ve yeni fikirlere açık olmaktı. Yeni düşünceler üretmek, ilim ve fende durmadan ilerleme kaydetmekti. Yönetimi elinde bulunduranların halkın isteklerine cevap vermesi demekti.
Ne var ki, biraz daha büyüdüğümüzde bize öğretilenlerle uygulamadaki cumhuriyet anlayışının bağdaşmadığını fark etmeye başladık. “Bu ne yaman çelişki anne, hani benim cumhuriyetim nerede?” dedik. Ancak ne annelerimizin, ne de babalarımızın bu konuda yapacağı çok fazla bir şey yoktu. Bundan sonra da “Cumhuriyet nedir?” sorusunun değil de “Ne değildir?” sorusunun cevabını öğrenmeye başladık.
Meselâ; halkın dayatmalara, haksızlıklara ve zulme maruz kalması demek asla değildi. Temel hak ve hürriyetleri kısıtlamak demek hiç değildi. Anayasada teminat altına alınan haklarımızın keyfî yönetmeliklerle engellenmesi demek kesinlikle değildi. Hatta biz bu teori ve uygulama çelişkisini küçücük bir kız çocuğu iken başımızda örtü var diye okula alınmadığımızda yaşayarak, uygulamalı olarak öğrendik.
Kamuya açık olması gereken kapılar “Kamusal alandır giremezsiniz” diye yüzümüze kapatılırken, gözlerimiz duvarlardaki “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazan tabelalarda egemenliğini ve hürriyetini aradı. Cumhuriyet, duvarlarımızda asılı kalan göstermelik bir söylemden ibaret olamazdı. Demek ki cumhuriyet demek bu da değildi. Milletin iradesinin bulunmadığı bir sisteme cumhuriyet denemezdi. Cumhuriyetin ne olmadığına dair o kadar çok şey öğrenmiştik ki… Artık daha fazlasını öğrenmek istemiyorduk. Çünkü yapılan her keyfî uygulamada rencide olan gururumuz umurumuzda değildi gerçi, ama kalbimizde yaşattığımız cumhuriyete aldığımız darbe ile bütün hücrelerimiz “Ah cumhuriyetim!” diye haykırıyordu. Yeter ki cumhuriyetimiz rencide olmasın, yara almasın, hep cumhuriyet bizimle kalsın düşüncesiydi tek derdimiz.
Bizim ilkokuldan bu yana cumhuriyetin ne olmadığına dair gördüklerimiz ve öğrendiklerimiz bunlar. Biz doğmadan önce yaşananlar ise tamamen içler acısı, yürek sızlatıcı. Büyüklerimizin cumhuriyetin ne olmadığına dair malûmâtı bizden çok daha fazladır.
Kanlı ihtilâller ve muhtıraların da cumhuriyetle uzaktan ya da yakından hiçbir ilgisi olamazdı. Halkın sandık başında gösterdiği irade ile seçilen, halkın meşrû isteklerini karşılayan, tam demokrat bir politika izleyen ve halk tarafından çok sevilen zamanın başbakanının idam sehpasında sallandırılışına ne demezsiniz? İnsanın tüylerini diken diken eden, kanını donduran, tarihin affetmeyeceği bir vakıâdır. Cumhuriyet tarihimizden silinmeyecek kara bir lekedir. O günleri yaşayanlar için muhakkak ki kolay dayanılır bir acı değildir bu. Çok acı ama bir o kadar da gerçek. Biz, cumhuriyetimizin geçmişini aldığı darbelerle, keyfî dayatmalarla, baskıcı rejimlerle tanımak istemezdik. Hem cumhuriyetimiz, bu kadar yara almayı, bu kadar hor görülmeyi hiç hak etmemişti ki. Keşke imza attığı zaferlerle, demokratik uygulamalarla, anlamına uygun olarak halkın iradesine verilen önem ile göğsümüzün kabardığı bir cumhuriyet tarihimiz olsaydı.
Anlaşılan şu ki, bu millet 84 yıldır cumhuriyetin ne olmadığını çok iyi öğrendi, hem de defalarca pratik yaparak. İstiyoruz ki, bizden sonraki nesiller de ne olduğunu uygulamalı olarak öğrensinler. Ne olmadığını ise hiç bilmesinler. Gurur duyduğumuz cumhuriyetimiz hakikî mânâsına uygun olarak yaşansın ve kutlansın. Başımızın tâcı cumhuriyetimiz ve milletimiz buna fazlasıyla lâyıktır.
|