İç âlemiyle barışık olmayan, ‘iç huzur’a kavuşamamış bir insanın; çevresiyle, dünya ile ve nihayet kâinat ile barışık olması mümkün mü?
İnsanlık, ilim ve teknolojiyle ekonomik anlamda hızla ilerlerken; ‘bindiği dalı kesen kişi’ durumuna düşmüştür. Dünya ülkeleri; fakirlik ve terör gibi devasa dertlerle boğuşurken bir yandan da ‘çevre problemleri’ şeklinde özetlenen problemlerle boğuşuyor. “Küresel ısınma”nın insanlığa vereceği zararı hangi teknoloji ile telâfi edebileceğiz?
Aslında ‘çevre’ problemlerinin çözümü de, insanlığın fıtrata ve yaradılışına uygun yaşamasındadır. Çevre problemlerinin devâsâ hal almasının temelinde, dünyada/kâinatta beraber yaşadığımız mahlûklara saygı duymamamız yatıyor. Bunun yanında ‘israf’ın da en büyük ‘çevre’ problemlerinden biri olduğunu unutmayalım. ‘Sınırlı’ olan kaynaklar israf edilmese, belki de bütün insanlığın ihtiyacı karşılanabilir.
Son günlerde Çanakkale/Balıkesir illerinde bulunan Kaz Dağları’nda devam eden maden arama çalışmaları sebebiyle çevrenin tahrip edildiğiyle ilgili haberler duyuyoruz. Çevreciler, çalışmalara itiraz ederken, “Türkiye’yi idare edenler” de bu çalışmaların gerekli olduğu ve yer altındaki madenlerin çıkarılmasının ‘şart’ olduğunu söylüyorlar.
Bu ve benzeri tartışmalar sadece Kaz Dağları için yapılmıyor. Geçmişte pek çok yerde yapılan benzer çalışmalar için itiraz edenler de oldu, destekleyenler de. Meselâ, benzer tartışmalar Rize’nin Çayeli ilçesinde bulunan “Senoz Vadisi” için de yapılıyor. Senoz Vadisi’nde yapılan ‘tünel tipi HES projeleri’ne de çevreciler ve bölge halkının bir kısmı itiraz ediyor. Ancak konu, henüz gazete manşetlerine taşınmadı. Oysa Senoz Vadisi’nde yapılan çevre katliâmı da, en az Kaz Dağları’ndaki kadar var. [Kaz Dağlarını gazetelerde yer alan haber ve fotoğraflardan gördük. Senoz Vadisi’ni ise—memleketimiz olması sebebiyle—bizzat gördük. Çalışmaları yapan mühendislerle de görüştük. Çok sayıda ağaç kesildiği ve yapılan yollarla çevrenin tahrip edildiği gözle görülüyor. Projelerin çevreye ve bölgeye vereceği ‘teknik’ zarar da uzmanlarca ayrıca ifade ediliyor.]
Peki, bu işlerin bir ‘orta yolu’ yok mudur? Yani, o projelere imza atanlar ‘çevre’yi hiç düşünmezler mi? Ya da ‘madenler toprak altında kalsın, sular boşa mı aksın?’ diyenlere ne demeli?
Elbette sular da boşa akmasın, madenler de toprak altında kalmasın. Temelde; insanın dünyayı paylaştığı diğer canlılarla uyumlu bir şekilde nasıl yaşayacağının ortaya konulması lâzım. Hem de bu işlerin bir öncelik sırası olmalı. Yani, eldeki bütün imkânlar, en uygun şekilde değerlendirildi de sıra “Kaz Dağları”ndaki madenlere ya da “Senoz Vadisi”nde akan derelere/ ırmaklara/ sulara mı geldi? Buralardan kazanılacak ‘para’ ile; kaybedilecek ‘çevre değerleri’nin bir muhasebesi, bir kıyaslaması, ciddî bir hesabı yapıldı mı?
Çevre konusundaki tartışmalarda yanlış bir kanaat daha oluşmuş: Sanki ‘çevre’ konusu ‘sol’culara ihale edilmiş gibi bir anlayış var. Tam aksine, hakikî çevreciler; İslâmın emir ve yasaklarına riâyet edenler olmalıdır. Çünkü ‘çevre’yi düşünmek, bir anlamda ‘insan ve hayvan hakkı’nı düşünmek demektir. “Yaş ağaca balta vuran el olmaz” anlayışı, ya da “Kıyametin kopacağını bilseniz ve elinizde bir fidan olsa onu toprağa dikiniz” anlayışı İslâmın insanlığa verdiği dersler arasında değil mi? Peki, bu düşüncede olan bir insan, nasıl olur da ‘çevreci’ sayılmaz?
İnsanı, ağacı, madenleri ve bütün mahlûkatı bir Yaratıcı yarattığına göre; dünyayı, kâinatı beraber paylaşmak durumundayız. “İnsan olarak dünyanın sahibi benim” anlayışı, kökten yanlış bir anlayıştır. Dolayısı ile ‘çevre’mize zarar verme lüksümüz de yoktur.
Kaz Dağlarını da, Senoz Vadisi’ni de maddî menfaatler için heba etmeyelim. Unutmayalım ki, yanlış bir anlayışla; ‘en ucuz’ gördüğümüz ‘su’ ve ‘hava’yı para ile temin etme imkânımız yok. Gün gelip, ‘bir nefes sıhhat’e dünyayı değişmek durumunda kalmayalım...
31.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|