PKK ve sınırötesi operasyon eksenli gelişmelerde kilit tarih, Başbakan Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Bush’la görüşeceği 5 Kasım oldu.
Herkes o günü ve o görüşmeyi bekliyor.
“Başbakanın ABD’den dönüşünü beklemek zorundayız” diyen Genelkurmay Başkanı dahil
Erdoğan bu görüşmeyi ve tarihini ilk kez, 7 Ekim’de Gabar Dağındaki saldırıda 13 askerimizin şehit edildiği hadise üzerine açıklamıştı.
Ve o günün sıcak ortamında, sorunun çözümünü bir ay sonra yapılacak görüşmelere havale ediyor gibi algılanan bu açıklama eleştirilmişti.
Sonrasında bilinen gelişmeler oldu. Anayasa hazırlıklarını rölantiye aldığını duyuran hükümet, Kuzey Irak’a asker gönderilmesini öngören sınırötesi operasyon tezkeresini Meclisten geçirdi.
Ardından Hakkari-Dağlıca baskını ve 12 yeni şehit haberi geldi; tezkerenin uygulanması, sınırötesi operasyona geçilmesi tartışması başladı.
Bazılarının “Kandil hemen vurulsun, sadece PKK değil, Barzanî de hedef alınsın, bölgede yine OHAL’e dönülsün” talepleri var, ama görünen o ki, “devlet” bunlara pek itibar etmiyor.
Genelkurmay Başkanının “Devlet bütündür” diyerek tezkerede mutabık olduklarını ve süreci birlikte götürdüklerini söylemesi de buna işaret.
Gerçi yine Büyükanıt’ın “Barzani’ye son defa şu mesaj verilmeli: Ya komşumuz olacaksın, ya hedefimiz” diye yazan Ertuğrul Özkök’ü arayarak “Teşhis budur” demesi bir miktar kafaları karıştırdı.
Çünkü tezkerede, muhtemel bir operasyonun hedefinin PKK ile sınırlı olduğu ifade edilmekte.
Öte yandan, Dağlıca olayı için televizyonlara hükümetin talebi ve RTÜK’ün kararı ile getirilip Danıştay’ca kaldırılan yayın yasağının arkasında askerin yer aldığı da öne sürülmekte.
Bunlar istisna sayılıp gözardı edilerek süreç değerlendirilirse, devlet genel olarak dolduruşa gelmeyen, kademeler halinde takip edilecek bir stratejiye dayalı, olayın diğer ilgili muhataplarını istenen tarzda adım atmaya zorlamayı öngören, diplomasiyi bunun için kullanmaya çalışan, tezkereyi bu çerçevede bir caydırıcı koz olarak elinde tutan, buna ilâveten ekonomik ambargo silâhını devreye sokan, içeride ve dışarıda kamuoyu oluşturup muhtemel gelişmelere hazırlamayı esas alan bir politika uyguluyor gibi.
Son MGK toplantısında tavsiye edilen ekonomik ambargo kararını da Kuzey Irak’la sınırlı tutan ve Habur’u kapatırken Suriye sınırında Akçakale kapısını devreye sokan nüanslar var.
Kısaca, görünen o ki, her detayı ince elenip sık dokunarak tayin edilen ve yine aynı titizlikle uygulanan çok boyutlu bir siyaset yürütülüyor.
En azından ortaya çıkan görüntü o yönde.
Ancak olayın birinci derecedeki diğer muhatapları olan ABD, Bağdat ve Kuzey Irak yönetimleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Yine Türkiye’nin sıkıntısını ciddîye almayan; keskin manevralarla gün gün, hattâ saat saat değişen; arada bir “Galiba bu defa tamam” dedirten, ama hemen ardından “Yok, yine eski tas, eski hamam” diye isyan ettiren çelişkili, sorumsuz ve oyalamaya dönük tavırlar sergileniyor.
Yoksa asıl hedef, Türkiye’yi “son çare” olarak telâffuz ettiği sınırötesi harekâta mecbur ederken, bunu yine yaptırmamak suretiyle içeride ve dışarıda iyiden iyiye köşeye sıkıştırmak mı?
31.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|