İslâm tarihi boyunca, idârî ve siyâsî sahadaki meşveret iki şekilde yapılageldi:
- Başkan meşveret eder, fikir alır, ama istediği maslahat cihetini uygular. Asr-ı Saadet’ten sonra, bu çeşit şûrâya önem verildi. Çünkü, yönetim, seçimden saltanata dönüştü.
- İstişare, rey (görüş) oy çoğunluğuna dayanır. Resûlullah’ın (asm) ashabıyla meşvereti gibi... Meşveretin en önemli vasfı; hükmün, eksere göre verilmesi1 ve temel hakların meşveret edilemeyeceği ve azınlık haklarının dokunulmazlığıdır.
Bu prensibe göre, “azınlığın hakları”, çoğunluğun görüşlerine kurban edilemez. Burada mevzubahis olan, azınlığın değil, çoğunluğun düşünceleri istikametinde, teferruâta dair tercih ve uygulama yapılmasıdır. Yoksa, temel hükümler ve haklar zaten meşveret edilemezler.
Bediüzzaman, J.J. Rousseau’nun, “Azınlık, her zaman yanlış yolda, yanlış düşüncededir; hiçbir hak ileri süremez ve her zaman çoğunluğa katılmak hakkı vardır” şeklindeki eksik, ayıplı, kusurlu bir demokrasi anlayışını kabul etmez.2 Zaten, İslâm meşveretinde, meşveret-i meşrûada, meşrû, geçerli, gerçek meşverette; azınlık da ekseriyete uyacaktır. Bediüzzaman’a göre, istişârenin sahih/doğru ve sağlıklı olmasının şartları şunlardır:
1- Meşveret, seçimle oluşmalı.3
2- İstişâre, ehli ile, sahanın uzmanı ile yapılır. Müsteşar/danışman, danışılan istişâre edilen mevzuda bilgisi, uzmanlığı veya tecrübesi olmalıdır.
3- İstişâre edilen, güvenilir kişi olmalıdır. İstişâre etmekle emredilen Rasûlullah (asm) şöyle buyurmaktadır: İstişâre edilen itimat edilendir.4
4- Şartlarına uygun olarak yapılan istişâreden sonra, netice ne olursa olsun, pişmanlık duymamak gerekir.
5- İstişârenin gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu da, çeşitli fikir ve gönlün bir araya gelmesi ile mümkündür. Madem sonuç Allah rızasını kazanmaktır; meşverette kendi görüşleri kabul edilmeyen asla ısrarcı olmamalı, üzüntü duymamalı.
6- Çoğunluğun ittifak ettiği noktada, kişiler ve azınlık hangi yönde fikir beyan etmiş olursa olsun, herkese düşen görev, istişâre kararlarının gerçekleşmesi için azamî derecede gayret sarf etmektir. Bu prensip, kültürümüze, “Aza demişler nereye? Çoğunluğun yanına diye cevap vermiş” şeklindeki atasözü olarak da yerleşmiştir. Şöyle de denmiştir: “Azca nereye?”, “Çokçanın yanına!” Zaten azınlık da, çoğunluk da, “maksatları ve meslekleri kesin deliller üzerine” götürmek için çalışıyor. Şu halde azınlık çoğunluğa tâbî olacaktır. Nitekim bunun uygulaması, Uhud Harbi’nden önce gerçekleşmişti. Resûlullah (asm), çoğunluğun fikrinin aleyhinde olmasına rağmen, kendi düşüncesini terk etmiş, çoğunluğa uymuştu. Harp, mağlûbiyetle neticelendiği halde Peygamberimiz (asm), istişâreye katılan sahabileri tesellî etmesi; terk etmeyi değil, bilâkis devam etmeyi emretmesi, “istişâre”nin ehemmiyetini gösterir.
7- Farklı düşünen fertler de, yine meşverete uymak zorunda. Çünkü, meşveretin ruhu bunu gerektirir. Eğer buna uymayacaklar idiyse, ne diye meşveret ediliyor ki!
İtiraz edenler, vicdânen emin ki, bir konuda çoğunluğa uydukları veya kendi görüşleri istikametinde sonuç alındığı takdirde, azınlığın onlara uymasını meşveretin esası olarak kabul eder ve ettirir...
8- Hem meşvereti kabul etmek, hem meşveretin kararlarına itiraz etmek ve uymamak gibi bir inkılâb-ı hakaik olmaz! Meşveret, bir ibadettir ve Allah rızasını kazanmak için yapılır. Meşveret kararlarına uymamak, kabul etmemek, onun feyzinden bereketinden, sevabından, hâsıl olan hizmetten hissesiz kalmaya sebeptir.
9- Ahkâm ve hukuk ise, zaten tebeddül etmez; tatbikat ve tercihâttır ki, meşverete ihtiyaç gösterir.5 Yani, haklar ve ana hükümler meşveret edilmez. Ancak, bu hükümlerin nasıl uygulanacağı ve hangisinin tercih edileceği hakkında fikir yürütülebilir.
Dipnotlar: 1-Münâzarât, s. 4.; 2- Mesut Toplayıcı, Köprü, Bahar 1995, No: 50, s. 56.; 3- Münâzarât, s. 23.; 4- Tirmizî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 123; İbn-i Mâce, Edeb 37.; 5- Beyanat ve Tenvirler, s. 84.
04.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|