Duruş, açık bir ifadedir
Bir akşamüstü, yaşlı bir teyze, kocaman bir parkta, yalnız başına oturuyor. Başı avuçları içerisinde. Portre, ciddî bir üzüntü içeriyor. Teyzenin oruçlu olduğu anlaşılıyor. İftara da az kaldı.
İnsanın içinden gelen ses, “Bu teyze, iftar saatinde parkta neden oturuyor? Şu an onun evde iftar yemekleri heyecanı içerisinde olması gerekmiyor mu? Belki de torunlarıyla neşe içerisinde iftar hazırlığı yapıyor olması gerekmiyor mu?” diyor. Ama durum farklı, hatta dahası var, teyze ağlıyor. Hem de ağladığını hiç kimselere göstermek istemez bir tutum içerisinde ağlıyor.
Durumun oldukça ciddî olduğu anlaşılıyor. Bu duruş çok öyle sıradan değil.
Her şey kontrolde; olaylar ‘öylesine’ değil
İftara doğru, vakit geçirmek için eşimle birlikte park yürüyüşü yapıyoruz. Böyle bir görüntü nazarımıza ilişince oradan geçip gitmek olmaz.
Eşime, ‘Yeni bir operasyon başlıyor’ dedim. Gerçekten nazarımıza dokunan görüntü, çok öyle geçip gidecek cinsten değildi. Eşim, teyzeden müsaade alıp, bankın boş yerine, onun yanı başına oturdu. Ben de şöyle bir kenara çömeldim.
Tabiî teyze böyle bir yanına oturma isteği ile karşılaşınca, biraz toparlandı. Elindeki bezle gözlerindeki yaşı sildi. Ve derken çok da kolay olmayan sohbet başladı.
Özet itibariyle, teyzenin, 36 yaşlarında yeni uzman doktor olmuş oğlu, yakalanmış olduğu hastalık sebebiyle vefat etmiş. Tabii böyle bir ölüm anneyi adeta yıkmış. Anne de bu durumu taşınmaz bir yük olarak kabul edip, neredeyse hayata küsmüş. İfade ettiğine göre, her gün bu saatlerde bu parka gelip, saatlerce burada oturuyormuş.
Eşimle birlikte teyzeyle paylaştığımız cümlelerin ona adeta ilaç gibi geldiği anlaşılıyordu. Bu kanaatimizi besleyecek yeterince onda tavır değişikliği olmuştu.
Teyzenin vefat eden oğlunun inançlı ve ibadetli olduğunu öğrendiğimizde sevindik. Bu çerçevede konuştuklarımız şöylece özetlenebilir: “Her şey kontrolde teyzeciğim. Olup biten şeyler öylesine, kendiliğinden olmuyor. Her meydana gelen olay, Yaratıcının iradesiyle oluyor. Dünyaya gelmek elimizde olmadığı gibi, dünyadan gitmek de elimizde değil. Biz, bize verilenler ile, emredildiğimiz şekilde yaşamakla mükellefiz. Bunun dışındakilerde insanların bir müdahalesi yok. Allah (c.c) şu an yeryüzünde ne kadar canlı varsa, her birisiyle birebir ilgili. Olup biten bütün işler tamamen O’nun kontrolündedir. Ölüm bir ayrılık, ama inanıyoruz ki bir de tekrar görüşmek var. Tekrar görüşmek varsa, ayrılmak da güzeldir. Oğlun şu an yüce Peygamberimizin (a.s.m) yanında, belki (inşaallah) birlikte iftar edilen yerleri geziyorlardır. Hatta iftar saatinde, o sizin sofranıza geliyordur. Senin şu an parkta üzüntü içerisinde olman onun ruhuna sıkıntı verir. Sen dualarla, zikirlerle onu karşıla. O zaman sen de sevinirsin, o da sevinir. Üzülürsen onu da üzersin.”
Teyzeyle konuşurken adeta günlük dersimizi tazeliyorduk.
Ölüm anı, Allah’ın kuluna rahmet anıdır
Bir de, teyzeye, ‘Allah’ın kuluna merhametinin en yüksek olduğu anın ölüm anı’ olduğundan bahsettiğimizde, gözleri açıldı ve ‘Nasıl?’ dedi.
“Yeryüzündeki bütün annelerin şefkatleri toplansa Allah’ın şefkat ve merhameti yanında sadece bir lemacık kalır. Onun için Allah, kulunu anneden, babadan, sevdiklerinden daha çok sever. Sevdiği için de, onun en hayırlı ölüm anının ne zaman olacağına, O karar verir.”
Teyze, oğlunun inançlı, namazlı birisi olduğundan bahsettiğinde, gerçekten rahatlamıştık. Tam o sırada teyzeye, ‘Teyzeciğim, sevin sen. Allah onu yanına almış. Önemli olan az ya da çok yaşamak değil. Yaşadığın süreyi imanlı, inançlı yaşamaktır.” dediğimizde, teyzenin dudaklarından dualar dökülüyordu.
Teyzeye, “Allah korusun, oğlun, çok yaşasaydı, ama inançsız olsaydı, böyle bir şey ister miydiniz? Çok yaşasaydı, ama küfür içinde olsaydı; çok yaşasaydı, ama ahlaksız olsaydı; çok yaşasaydı, ama anne, babasına, insanlara saygısız, hak hukuk tanımayan birisi olsaydı... diye epeyce örnekler verdik.”
Hangisini isterdiniz diye kendisine sorulduğunda teyze, rahatlamış bir pozisyon içerisinde biraz toparlandı ve ‘Elbet, Yaratanın bir bildiği vardır.’ diye mırıldandı.
Tam o sırada başını kaldırdı ve bizimle gözlerimize bakarak konuşmaya başladı.
‘Kimlerdensiniz?’e karşı; ‘Müslüman kardeşlerinizdeniz.’
İftar iyice yaklaşmıştı. Teyze, ‘Birlikte iftar edelim.’ davetimize, “Siz kimlerdensiniz? diye cevap verdi. Biz de, ‘Başka şehirliyiz, ama elhamdülillah, Müslümanız. Sizlerin kardeşiyiz. Mü’minler kardeştir.’ dedik. Teyze, bolca duasıyla bizi evimize uğurlamıştı.
Teyzenin davranışlarındaki değişme görülmeye değerdi. Bu da dinimizin insan duygularını ne kadar tamir ettiğinin apaçık bir örneği idi.
Bir şeyler bizi parkta yürümeye çekmişti. Yaşadıklarımızdan sonra anladık ki, bu bir sevk-i İlahi imiş. Hiçbir şeyde ‘öylesine’ bir tasarruf olmadığı gibi, gün içindeki hareketlerimizde, sözlerimizde, bir yerlere gidip gelişlerimizde de yine bir ‘öylesine’ tasarruf yok. Bunun da farkında olmalı insan. Nereye gidiyor? Nereden geliyor? Kiminle konuşuyor? Kiminle oturuyor?
Eve dönerken, eşimle birbirimize; ‘Hayatta tesadüf yok. Her şey birbiriyle alakalı. Okuyabilen için her hal, bir hikmetli mektup. Operasyon tamam.’ diyerek, sevinç içerisinde, başka bir sevinç haline doğru, iftara doğru ilerliyorduk.
Cümle bana biraz değişik gelmişti. ‘Siz kimlerdensiniz?’
“Müslümanız...” çok şeyler taşıyordu içerisinde. Çok yakın akrabalıklar gibi.
29.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|