Kâinat olacak, onun en mühim meyvesi insan olacak, onun tarif edicisi, öncüsü ve rehberi olmayacak, mümkün mü? Küçük seyahatlerde, umre ve hac kervanlarında ve turizm acentelerinin seyirlerinde mutlaka rehberleri vardır ve çok önemlidir. Rehbersiz, kılavuzsuz çıkmazlar ve olamaz. Peki bu muhteşem kâinatın nasıl tarif edicisi olmayacak? Peki kim olacak, nasıl olacak? İşte Hz. Bediüzzaman bunu üç noktada özetle toplamış:
“Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var:
“Birisi şu kitab-ı kâinattır.. Birisi şu kitab-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır.. Birisi de Kur’ân-ı Azîmüşşandır.”1
Ankara ve İstanbul’dan Almanya seferine kalkan bir uçağın içindeki yolcuların bütün biletlerinde hep Almanya yazmaktadır. Çünkü oraya gidiliyor. İşte bu üç “küllî muarrif”in hangisini tutsan ve hangisini can evinden ve gönül dilinden okusan, Ona götürüyor, yani kâinatın tek yaratıcısına götürüyor ve ispat ediyor. Dünyaya misafir olarak ve vazifedar olarak gönderilen hiçbir insan itiraz edip diyemez, “Ben ne olacağım ve ben boşlukta, yalnızlıkta kaldım”. Çünkü ona verilen ikramların birisi de akıldır. Kur’ân-ı Kerim’in müteaddit yerlerinde “Hiç akıl etmediniz mi?” emri buyrulmuştur. Bu itibarla akıl nimetini elinde bulunduran insan, bü üç tarif ediciden Rabbini, Malikini bulacak ve sıkıntılara düşmeyecek ve iki cihanın sırrını müjdelerle çözüp geçecektir.
Bediüzzaman Hazretleri bu cihetle Peygamberimizin (asm) bir çok görevlerinden bir tanesinde diyor ki: “İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî onun andelîbi olur. Eğer pek büyük bir saray farz edilirse, nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelin makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı san’atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münâdi ve teşrifatçı olur. Bütün insanları dâvet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san’atları, harikaları ve mucizeleri târif ediyor. Halkı o saray Sâhibine, Sâniine iman etmek üzere câzibedar, hayretefzâ dâvet ediyor.”2
Rehberlik noktası bundan daha muhteşem özetlenemez. Müjde cihetine gelince, âlem çarşısı, yazılı ve görsel medya ortadadır. Teknoloji vasıtalarıyla bütün dünyayı masanın başında veya odanızın içinden seyretmektesiniz. Dünyada ve Türkiye’de çıkan manzara ve faturaların bir kısmı yüz kızartıcı, bir kısmı ümitsizlik, bir kısmı günahlarla dolu. Meselâ:
Türkiye’de 700 küsur gazete çıkmakta aylık, günlük olarak. Ulusal ve mahalli TV’ler 300’leri buluyor, bini aşkın Radyo yayın yapmaktadır. Bediüzzaman Hazretleri 1950 öncesi Türkiye’sinde dakikada 100 günahın insanın önüne çıktığı ifade ve tespitinde bulunmuştur. O tarihlerde yazılı ve görsel basın şimdikinin % 3’ü mesabesindeydi. Yapılan programlar, belgeseller, faaliyetler, cezaevleri, anarşizm, eğitim ve iş dünyası, sportif alanlar vs. hepsi ortada. İşte böyle bir ortamda yapılan kıyasta çıkan fatura şudur: 1940 Türkiye’si ve dünyası çok farklıdır. 2007 Türkiye’si ve dünyasıyla bir değildir. Mezkur tespitler âlem çarşısında gayet açık görülmektedir. İçler acısı. Bu şartlar altında ve kıyas yapıldığında insanın önüne dakikada 1000 (bin) günah çıkmakta ve ahtapotun kolları gibi sarmaktadır.
“Ne yapacağız? Nerelere gideceğiz? Halimiz perişan!” gibi sualler ve çaresizlikler karşısında yine müjdesiyle Hz. Peygamber (asm) önümüze çıkıyor. Ve sanki dün söylemiş gibi söylüyor: “Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”3 Bu hadis-i şerif ayrı bir müjdedir. Asır korkunç, fakat mükâfatı büyük. Şehitlerin makamına, yapacağın ibadet ve hareketle ulaşmak ve bu tehlikelerden kurtulmak paha ile biçilmez bir müjdedir. Ayrıca bu müjdeyi bize bahşeden kim? Bir ömür boyu ne kadar yapabilir ve neresinden tutarsan o kadar kârdır kazançtır. Müjdecimiz ve büyük rehberimiz (asm) olmasaydı ne olurduk acaba? Şükründen çok aciziz.
Dipnotlar:
1- Mektubat, 19. Mektub, B.S.N.
2- Mesnevî-i Nuriye, Habbe, s. 99, B.S.N
3- Müsnedü’l-Firdevs, 4:198; Feyzü’l-Kadir, Hadis no: 9:171
28.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|