Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Doğrusu o Peygamber, hakkı getirmiş ve kendisinden önceki peygamberleri tasdik etmişti. O pek acı azâbı muhakkak tadacaksınız.

Sâffât Sûresi: 37-38

29.09.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Çocuk, sağını solundan ayırdığında ondan namaz kılmasını isteyin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 410

29.09.2007


Ramazan, ömür içinde leyle-i Kadirdir

Rabian: Şu mübarek şehr-i Ramazan, leyle-i Kadri ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i Kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-i bâkîdir. Senden ve âhiret hemşirem yani ikinci validem ve kardeşimin muhterem validesinden duanızı istiyorum. Madem duâda sizi şerik ediyorum; siz de benim duâma âmin hükmünde olarak dua ediniz.

Barla Lâhikası, s. 159

***

Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede fedakâr arkadaşlarım Sabri, Hâfız Ali, Hüsrev, Refet, Bekir, Lütfü, Rüşdü Efendiler,

Kardeşlerim, bu Ramazan-ı Şerifte size, âlem-i nurdan bahisler açmak arzuları var idi. Maalesef bir hadise zulmet âleminden bahsetmeye beni mecbur ediyor. Bu yeni hadise için etraftaki dostlar lisan-ı kal ve halle meraklı, endişeli bir tarzda benden istizah istiyorlar. Onları ve sizleri meraktan kurtarmak için, o hadiseyi, iki kısım olarak, bir parça beyan edeceğim.

Birinci kısım: Bu bize nisbeten musibetli ve elîm hadiseyi, Cenâb-ı Hak inâyet ve rahmetiyle başka surete çeviriyor. Evet, Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değil. Bu hadisenin bize karşıki veçhi, rahmet görünüyor. Ehl-i dünyaya karşı veçhi, Cehennemin lüzumunu gösteriyor. Filhakika bu Ramazan-ı Şerifte hadisenin sûreti çok çirkindi. Fakt Gavs-ı Âzamın dediği gibi, inâyet gözünün altında ve hıfzında olduğumuzdan, çok cihetlerle hakkımızda lemeât-ı rahmet göründü.

İkincisi: Bu Ramazan-ı Şerifte acz ve zaafı ve fakr ve ihtiyacı tam hissedip, Cenâb-ı Hakka iltica etmek, bur surette intibah ve heyecan ve şuur ve şiddet verdi. Ramazan-ı Şerifte şimdi okuduğum münacatların okunmasına bu hadise mühim bir kuvvet oldu. Zaten musibetler, dergâh-ı İlâhîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır. Her okuduğum bir kelime ve dua da ve münacat da şuurlu ve şiddetli oluyor. Resmî ve ruhsuz olmuyor. Sahâbelerdeki ibadetlerinin sırr-ı tefevvuku bu noktadandır. Tesbih ve zikri bütün mânâsıyla şuurlu bir surette söyledikleridir.

Barla Lâhikası, s. 163

Lügatçe:

Leyle-i Kadir: Kadir gecesi.

Şehr-i Ramazan: Ramazan ayı.

ömr-i bâkî: Sonsuz ömür.

âlem-i nur: Nur âlemi.

zulmet: Karanlık.

lisan-ı kal ve hal: Hal ve söz dili.

istîzah: Anlaşılmaz bir mesele hakkında izah isteme.

inâyet: Yardım.

hıfz: Koruma.

lemeât-ı rahmet: Rahmet parıltıları.

intibah: Uyanma.

sırr-ı tefevvuk: Üstünlük sırrı.

ihata: Kuşatma.

29.09.2007


Bahar çiçeklerinin açma zamanı

KITALAR ÖTESİNDEN MEKTUP - 3

Muhabbet, kâinatın mayası ve ruhu. O ilk yaratılan duygu, o ilk hissimiz. İlk onunla başladık hayata. Bizi dirilten, canlandıran lâtife. Bazen hayatı hiçe saydıran ölüme gülerek koşturan o. Ama o kadar da nazik ve zayıf ki, eğer mantıkla hareket etmezse en çok zararı bu duygu insana veriyor.

Ama bir o kadar önemli ki, o olmadan yaşanmıyor.

Bu duygu en çok hanımlarda evlâdına olan muhabbet ve şefkatle en şiddetli halde bulunuyor. Bazen evlâdının hem dünyasını, hem ahiretini kurtarırken, bazen de sadece dünyası ile sınırlı kalabiliyor. Bu sınırları aşmak da anne ve babanın vazifesi elbet. Evlât sahibi olmak, en başta o evlâdın ebedî hayat yolculuğunu en güzel ve rahat bir şekilde geçirmesi için her türlü fedakârlığı göze almakla mümkün. Bu fedakârlığı yaparken bazen de yanlış yöntem ve söylemler takip edilince aksi maksat da oluşabiliyor. Bunun için de onların dilini anlamak ve onların ruh dünyasına inerek hitap etmek çok önemli oluyor. Yani doğru maksada doğru yollarla ulaşmak ve bu konuda kendimizi her zaman yenilemek.

Bu konudaki ihtiyacı çok fazla hisseden Melbourne’de bulunan Avustralya Nur Vakfı, geçtiğimiz günlerde bu maksatla Avustralya Nur Vakfı Kültür Merkezi Konferans Salonunda bir program hazırladı. Bu programda özellikle “Çocuk eğitimine nasıl başlamalı ve çocuk eğitimine hazırlık dönemleri nelerdir?” konusunda açıklamalar getirildi. Eğitimin temelinde, ebeveynin önce kendilerini eğitmesi yer aldığı ve çağın şartlarına uygun olarak kendilerini geliştirmelerinin esas konu olduğu üzerinde duruldu. Her insanda olduğu gibi çocuk ve gencin eğitiminde de, söylemekten ziyade doğruyu göstermenin daha etkileyici olduğu anlatıldı. Ailenin evlâdına verebileceği en güzel hediyenin onunla kaliteli zaman geçirmesi ve onu dinleyerek duygu ve düşüncelerini tanıyarak yönlendirmeye çalışması olacağı ve televizyon ve bilgisayarla baş başa bırakılan çocuğun duyguları köreleceği ve mekanik bir hale geleceği, kabiliyet ve yeteneklerini geliştirme imkânını elde edememe gibi olumsuz neticelerin ortaya çıkacağı vurgulandı.

Doğru eğitimde en başta alınacak örneğin, Peygamber Efendimizin (asm) hayatı olduğundan, bu konuda onun yaşantısı ve hadislerinden örnekler verildi. “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban, sürüsünü koruduğu gibi, siz de, evinizde emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız. Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz mes’ul olursunuz” (Hadis-i Şerif) hadisi doğrultusunda, anne babanın en temel vazifesinin, çocuğa doğru ve yanlışı öğretmek olduğu ve bunun en önemli kriterinin de helâl ve haram fikrinin çocuğa en güzel şekilde anlatılması olduğu açıklandı.

“Bir insanı ahlâken eğitmeden sadece zihnen eğitmek, topluma belâ kazandırmaktır” (Rousseo) sözünde olduğu gibi, din ve ahlâk eğitiminin, çocuğun hem dünya hayatında, hem ahiret hayatında onu saadete götüren bir pusula olduğu, günümüz dünyasının düşünürlerince de teyid edildiği, çocuk eğitiminin geleceğin mimarisini oluşturduğu, topluma şekil verecek en temel merkezin aile olduğu, ailenin de bunu en güzel şekilde başarabilmesinin yolunun sağlam bir aile yapısı oluşturmaktan geçtiği ve ancak o zaman gerçek sorumluluğun yerine getirilebileceği, örnek sözlerle izah edildi.

“Öyle bir hayatın olsun ki, çocukların, hakkaniyet, ihtimam ve dürüstlüğü düşündüklerinde akıllarına sen gelesin” sözünde olduğu gibi, en güzel örnek teşkil etmek maksadıyla hareket edilmesi gerektiği ifade edildi. Çocuğun aileyi gözlemlemesi, ilk çocukluk yıllarıyla başladığı ve bu yılların eğitimde en kritik yıllar olduğu ve yine bu yıllarda imanî hakikatleri anlatma ve yaşamanın aileye düştüğü vurgulandı. Bu anlamda Bediüzzaman’ın şu ifadelerindeki hakikatlerin esas olduğuna dikkat çekildi:

“Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî almazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-i müslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabanî düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir”

“Bir gemi doğuya gider, bir gemi batıya esen aynı rüzgârla. Hangi yöne gideceğini belirleyen rüzgâr değil yelkendir” ifadesinde olduğu gibi, çocuğa, toplum şartları nasıl olursa olsun, doğru yönü gösterebilmek ve bunu sağlamak için çalışmak, ailenin en temel görevi olduğu vurgulandı.

***

Bu eğitim seminerinden sonraki bölümde yaklaşık 3 aylık bir dönemde hafta sonları yatılı kalan gençler, hazırladıkları programı Melbourne’de yaşayan hanımlara sundular. En başta bembeyaz giysileriyle küçük birer meleği andıran çocuklar, ilahilerini ve duâlarını seslendirdiler ve izleyenlere duygulu anlar yaşattılar. Ardından da sahneye, Risâle-i Nur’dan hazırladıkları duâları ve vecizeleri ezberden okuyan genç kızlar çıktı ve ilk çıkmanın heyecanını izleyenlere hissettirmeden çok güzel ve akıcı olarak ezberlerini sundular.

Evet, burası Türkiye’den dünyanın yarı çapı kadar uzakta olan bir yerdi, ama dâvâda sebat, gayret, emek olunca başarılamayacak hiç bir şeyin olmadığını, ortaokullu genç kızlar oluşturdukları şiir grubu ile coşkuyla haykırdılar.

“Azimle sıradağlar delinir kardeş

Bir asır önce yola çıktı gönül fatihi

Her yerde açtı artık nurun çiçeği”

mısraları sanki tecessüm etmişti. İzmir’den Hasan Şen Ağabeyin yazdığı bu şiir, gönülleri coşturdu. Ve ardından da müspet eğlencenin timsâli olan güzel skeçlerle programlarını süslediler.

“Fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı sa’y ve cidaldedir” sözü, bu gençlerde anlamını bulmuştu. Ve onlar çalışmayı ve gayreti kendilerine şiâr edinmişler ve büyüklerine nurlu gelecekten müjdeler veriyorlardı. Evet, kim derdi ki, buraya gelen bir iki nur talebesi, gayretleri ve ihlâslarıyla bir süre sonra koskocaman bir cemaat haline gelsin ve onların da evlâtları, bu dâvâyı taşıyacaklarının işaretlerini vererek büyüklerinin emeklerinin neticesiz kalmadığını göstersin… Evet, bizlere düşen çalışmak, çabalamak; ama netice, sadece ve sadece O’na ait.

Çekirdek idik nebat için yarıldık

Nurdan gelen hakikate sarıldık

Bu dâvâda hizmet için çağrıldık

Sırtımız Allah’a dayanır kardeş.

Sebat metanet olunca yüce dâvâda

Ulu ecdat gemiler yürütmüş karada

Kim ilham vermişti koca Ferhad’a

Azimle sıra dağlar bile delinir kardeş.

Gülnihal SAADET / Avustralya-Melbourne

29.09.2007


ESMA-İ HÜSNA

Rahîm

Allah (c.c.), Râhim’dir, Rahîm’dir. Yani Cenâb-ı Hak sonsuz rahmet ve merhamet sahibidir. Hiçbir mahlûkunu ve hiçbir kulunu rahmetinin hâricinde bırakmaz. Rahmeti gazabını geçmiş, bütün kâinatı kuşatmıştır. Cenâb-ı Allah bütün kullarına acır, bütün mahlûkatına şefkat ve merhamet eder.

Peygamber Efendimiz’in (asm) Cevşenü’l-Kebîr’de zikrettiği isimlerden olan Râhim ismi ve bu ismin mübalağa şekli olan Rahîm ismi Kur’ân’da kimi zaman ismen, kimi zaman ise mânâ itibariyle çok sık geçer.

İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:

“Rabbin ganidir ve rahmet sahibidir.” (En’am Sûresi: 133) “Rabbiniz geniş rahmet sahibidir.” (En’am Sûresi: 147) “Kullarımdan bir topluluk: ‘Rabbimiz! İnandık, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın’ diyordu.” (Mü’minun Sûresi: 109)

“Kalp inceliği ve şefkati” mânâsını ifâde eden “Rahîm” lafzının Cenab-ı Hak hakkında müteşâbih olarak kullanıldığını beyan eden Bedîüzzaman, bu ismin mikro-nîmetlere delâlet ettiğini, gözle görünmeyen mikro-nimetlerin küçümsenemeyeceğini; çünkü küçük nimetlerin, büyük nimetlerin tamamlayıcısı hükmünde olduklarını kaydeder.

Kur’ân’da iki yüz yirmi defa Rahîm ismi geçtiğini belirten Bedîüzzaman, Rahîm ismine mazhar olan Risâle-i Nûr’un, çok hakîkatleri rahîmiyet sırrının inkişâfiyla ispat ettiğini kaydeder.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Besmele’de hiçbir zaman dilimizden düşürmediğimiz Rahîm ismi, insanın top yekûn rûhî kuvvelerindeki şefkat ve rahmet incelikleri ile merhamet pırıltılarında tezâhür etmektedir. İnsânın maddî mânevî sîmâsında rahîmiyetin yüksek mührü vardır. Rahîm ismi şefkat etmek istemekte, şefkate muhtaç ve mazhar her bir canlı ise, bütün hayatıyla, kendisine bir şefkat elinin uzandığını îlan ederek Rahîm ismini göstermektedir. Meselâ, insanın yediği güzel meyveler insanın midesinde dağılıp erimekte ve zâhiren kaybolmakta, fakat ağız ve mide başta olmak üzere bütün beden hücrelerinde faaliyetkârâne bir lezzet ve bir zevk vererek, hayatı beslemekte ve hayatı devam ettirmektedir.

Bedîüzzaman’a göre canlılar ve hayvanlar âlemi, Rahîm isminin şefkat burcunda görünmesiyle ışıklanıyor. Bu nur üzüntü, keder ve hüzünden gelen yaş damlalarını; ferah, sürûr ve şükrün lezzetinden gelen sevinç damlalarına çeviriyor. Rahîm isminin Gafûr burcunda görünüşü de, insanın içindeki çok âlemi aydınlatıyor, nûrânî âhiret âleminden pencereler açıyor ve insanın karanlıklı dünyasına nurlar serpiyor. Aşktan daha keskin ve daha geniş bir yol olan şefkatle insanın ulaştığı isim, Rahîm ismidir.

Deniz içinde ve yeryüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanâtın ve yavruların, “Yâ Cemîl! Yâ Rahîm!” dediklerini, kedilerin dahî, “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” diye zikrettiklerini beyan eden Bedîüzzaman, insanlara ve hayvanlara rızkı yetiştirmek için suyun semadan gönderilişinde, şefkat etmek kabiliyetinde olmayan hissiz ve şuursuz toprağın kapısının canlıların rızıkları ve nîmetleri için açılışında, açlara merhamet etmekten çok uzak olan otların ve ağaçların eliyle meyvelerin ve hubûbâtın ihsân edilmesinde, perde arkasında bir Hakîm-i Rahîmin rahmet ve merhametinin bulunduğunun gözlerden aslâ kaçmadığını kaydeder.

Rahîm isminin ufku, gaybtan harikulâde bir tarz ile nîmetlerin her mevsim ihsân edilişini haber veren âyetlerde de gözükmektedir.

Acımak ve şefkat etmek mânâlarının rahmet ve nîmeti tahrik ettiğini beyan eden Bediüzzaman Saîd Nursî, Cenab-ı Hakkın zâtî olan cemâl ve kemâl sıfatlarının, Rahmân ve Hannân isimlerinin tezâhürünü istediğini, bu isimlerin de Rahîm ismini cilveye sevk ederek rahmet ve nîmeti dünyaya gösterdiklerini kaydeder.

29.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri