Cemaat; elle tutulan, gözle görülen somut bir varlık değil, bir şahs-ı mânevîdir. Dolayısıyla, ona “kamuoyu hâkim olduğundan,”1 müntesipleri nasıl ise, yapılanması da öyle olacaktır. Cemaatin ekseriyetinin fikri ne ise, zikri de odur. Himmetleri ne kadarsa, tümünün ortak muhassalı, gücü ve mahsulü de da odur.
Cemaati ayakta tutan, geliştiren bazı temel unsurlar vardır. Said Nursî’nin, henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce, “cumhûrî, millî” devlet tartışmalarının yoğun bir şekilde tartışıldığı 1900’lerde, Selânik Hürriyet Meydanında, “ittihad-ı kulûb (gönül birliği), muhabbet-i millî (millet sevgisi), maârif (bilgi, bilim), terk-i sefâhet (gayrimeşrû zevkleri terk), sa’y-i insânî (çalışma, emek)2 şeklinde sıraladığı devletin devamını sağlayan hususları; devletin bir minyatürü, küçük bir örneği olan cemaate de uyarlayabiliriz.
1- İttihad-ı kulûb (gönül birliği): Cemaatin bütünlüğünün korunması, gönül birliğine bağlı. “Tevâif-i mülûk temelleri hükmünde olan anasır-ı muhtelife (etnik gruplar) kulüplerinin ittihadı3 gibi, cemaat içindeki grupların çekişme değil, dayanışma içinde olmaları son derece önemli.
2- Muhabbet-i millî: Fertleri ve grupları bir arada tutan unsurların başında millet sevgisi gelir. Cemaate uyarladığımızda bunu, “cemaat, meslek, meşrep muhabbeti” şeklinde anlayabiliriz.
Sevginin sebepleri, imân, İslâmiyet, cinsiyet ve insâniyet gibi nûrânî, kuvvetli zincirler ve mânevî kalelerdir. Ayrıca sevgi, İslâmiyetin mizâcıdır/karakteridir/huyudur.4 Bu unsurlar, cemaat fertleri tarafından benipsenip özümsendiği nisbette kaynaşma, dayanışma ve dolayısıyla üretim artar.
3- Maârif (ilim, bilgi): Bediüzzaman’ın öngördüğü devlet modelinin ana direklerinden birisi ilimdir, bilgidir. Güçlü bir devlet, sağlıklı bir sistem, gerek ferd, gerekse âile ve cemiyetin, isabetli bir eğitim sistemine, geniş bir kültüre, gelişmiş, çağdaş bilgiye sahip olmasıyla ayakta durur.
Osmanlı devletini yıkan sebeplerin başında, gelişim ve değişime ayak uyduramamak ve dolayısıyla “din ilimleri ile fen ilimlerinin” birbirinden ayrılmış veya okutulmamış olmasıdır.
Cumhuriyetle birlikte bu tamamen resmiyet kazanmış. Bu sefer din ilimleri tamamen eğitim sisteminden çıkarılmıştır. Böyle bir eğitimin temel esprisi de şudur: Vicdânın ziyası din ilimleridir, aklın nûru medeniyetin fenleridir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. Ayrıldıklarında birisinden hile ve şüphe, diğerinden taassup doğar.5
Milletimizin yeni fen ilimlerine nihayet derecede şiddetle muhtaç,6 ve yeni gelişmeleri takip etmek mecburiyetinde olduğu da bir vakıadır. Zira, bir sistemde eğer bilgi ve ilim hâkim olmazsa, o takdirde, “kuvvet” ve istibdat/baskı hükümran olacaktır. “Hükûmetin (siyasi) istibdâdı, küçük istibdatların pederi”7 olduğundan, her türlü istibdat doğacaktır. Bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.8
İstibdat, yâni diktatörlük hem İslâmiyetin inkişâfına,9 hem ittihadına engel olur, hem milleti geri bırakır.10 Üstelik ilmî gelişmelere set çeker. Bu maddeyi de, cemaate uyguladığımızda aynı sonuçlarla karşılaşılır.
4- Terk-i sefâhet: Devletlerin çökmesi, batması ve yıkılmasının sebeplerinden birisi “adâlet ve emniyeti”n sağlanamamasının yanında, “sefaheti” önlememeleri veya teşvik etmeleridir. Tarih, pek çok devletin, sefahet yüzünden battığını gösteriyor.
İşte, bundan hareketle, cemaatlerin ilerleyememesi veya yerinde saymasının sebeplerinden birisi de, dünyevîleşmektir, diyebiliriz. Zerratı olan fertler, maneviyattan ziyade maddiyâtı, ahiretten ziyade dünyayı, öne çıkarır; hizmetten ziyade himmetini nefsine hasrederse duraklama veya gerileme kaçınılmazdır.
5- Sa’y-i insânî: İnsan hareket ve heyecan üzerine yaratılmıştır. Bu da çalışmayı gerektirir. Sıkıntıların kökeni, tembellik, işsizliktir, çalışmamaktır.
Toplumun düzeni, refahı ancak fertlerin iş bulup çalışmaları, emniyet ve sosyal güvenceye kavuşturulmalarıyla sağlanabilir. Emeğinin karşılığı verilen ve normal hayat standardına sahip olanlar, teröre, anarşiye bulaşmazlar. Münferit vakalar olsa da, kitle halinde veya bir zihniyet olarak terörün ağına düşmezler. İnsanlarının iş bulduğu bir devletin, ekonomisi de normal seyrinde yürüyor demektir.
İşte, cemaat fertlerinin her birisi, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket edip; marifetle donanmalı, çağın gerektirdiği bilgiyle cihazlanmalı ve çalışmalıdır. Çünkü, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır!” âyeti, çalışmanın tabiat kanunu gibi, başarı için sosyal bir kanun olduğunu ortaya koyar.
Dipnotlar: 1- Said Nursî, İçtimâî Reçeteler-2, s. 272.; 2- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 56.; 3- Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, s. 89.; 4- Hutbe-i Şâmiye, s. 46.; 5- Münâzârât, s. 127.; 6- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 38.; 7- age, s. 33.; 8- Münâzârât, s. 28.; 9- Muhakemât, esk., s. 8.; 10- Münâzârât, s. 114.
29.09.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|