Said Nursî’yi anlama konusunda aydınımızın en büyük engeli, korkuları ve peşin fikirleridir. Rahmetli Cemil Meriç’in tabiriyle üstlerindeki “İzmlerin deli gömleği”ni hâlâ çıkaramadılar. Yıllar önce, münevver olma vasfını hak eden sosyolog Şerif Mardin, “Bediüzzaman Said Nursî Olayı” adlı eseriyle bir kapı araladı. Ancak arkasını getiremedi.
1970’li yılların fırtınalı döneminde Cemal Kutay da, geçmişinden ve fikriyatından beklenmeyen bir çalışma yaptı. “Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı” kitabını, Kemalist çevrelerin yazdırmama telkinlerine rağmen yazdı. Sonradan konjonktüre teslim oldu ve “zıvanadan” çıktı.
Emre Aköz, Şerif Mardin’den aldığı ilhamla sosyolojik bir perspektif çizdi. Yalnızca Said Nursî’yi nazara vermedi. Cemaatler ve sair hareketler bağlamında Sabah’ta yazı serisi yaptı. Ancak arkası gelmedi.
Üniversitelerimiz, “Said Nursî Kürsüsü” kurmaktan, 5 bin sayfayı aşkın eserlerini yüksek lisans ve doktora tezi yapmaktan uzak maalesef. Türkiye’nin fikir kaynaklarına bakıldığında, toplum dinamiğinin referansı olabilecek Risâle-i Nur’lar yeterince entelektüel müzakere zemininde değil.
Bunu engelleyen en büyük sebep, demokratik düşünme ikliminin oluşmaması ve resmî ideolojinin Said Nursî korkusuna dayalı yıllardır yaptığı engellemelerdir.
Nur talebesi akademisyen, düşünce adamı ve yazarların ortaya koyduğu çalışmalar ise, dünle kıyaslandığında elbette umut verici. Önümüzdeki Pazar yapılacak olan Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu, bunlardan sadece biri. Benzer şekilde Risâle-î Nur kongreleri, paneller, araştırmalar, makaleler ve dünyanın okumaya, anlamaya çalıştığı Risâle incelemeleri ümit verici.
Günümüzün sosyal ve siyasî hastalıklarına ve kangrenleşmiş problemlerine şifa kaynağı olabilecek Risâle-i Nur’un bu düzeyde ulema ve umera nezdinde anlaşıldığını, bilindiğini ve muhakeme gücünden yararlanıldığını söyleyemeyiz.
Bu, Türkiye’nin kendi fikrî eserlerine ve fikrî mülkiyetlerine sahip çıkmama talihsizliğdir.
Düne kadar Kemalizmin ve CHP’nin tahakküm alanlarından beslenen bir sinmişlik ve endişe ile içiçe darbeler serisi vardı.
Aydınımız, işadamımız ve politikacımız ürkütülmüştü. Bugün için, AB sürecinde her şeyin fazlasıyla tartışıldığı ve sadra şifa olmayan birçok çözümün masaya konulduğu ve ülkenin ciddî sarsıntılar geçirdiği bir vasatta, Said Nursî’yi anlama sorumluluğu, bütün yöneticilerin omuzundaki bir vebaldir.
Çünkü Said Nursî, insanlık ve İslâm dünyası ile ülkemizin özel ve genel problemlerinin buluşma ve sentez yapma formüllerini ortaya koymuştur.
Baykal’ın da son anda çark ederek dahil olduğu Kuzey Irak tartışması başta olmak üzere demokratik açılımlarla, Ermeni meselesi, Türk-Kürt kardeşliği, Araplarla ittifak, AB, bozguncu komitelerin stratejileri ve barış eksenli ve ahlâk tabanlı adaletli bir politikanın temel ölçülerini ortaya koymuş.
Bediüzzaman'ın doğuda kurulacak bir üniversitede, Arapça, Türkçe ve Kürtçenin okutulabileceğini, yıllar önce söylemesi bile, başlı başına bir ufuk ve yaklaşım zenginliği değil mi?
Onu anlamak, Anadolu’yu ve İslâmı anlamaktır. Birlik ve büyümeyi anlamaktır. Demokrasiyi, düşünce farklılığını ve insanî buluşmayı anlamak demektir.
Said Nursî’yi doğru anlatacak her süreç, her metot ve her gayret, toplumun fikir ve sevgi kaynağını birlik için harç yapacaktır.
Evet, aydınımızın ve bir dönem ülkenin kaderine hükmedip, şimdilerde “Hata yaptık” diyenlerin, Said Nursî’ye bir borçları var: Tez elden onu okumak ve anlamak.
Said Nursî’yi anlamak, aydınımızın vicdan borcudur.
14.11.2007
E-Posta:
[email protected].
|