K. Irak’a operasyon tartışmaları içerisinde 6 Kasım’da Türkiye’nin AB’ye adaylık konusundaki ilerleme raporu açıklandı. Ama terör hengâmesinde bu gündemi fazla tartışamadık. Biz de bu hafta AB uzmanı Can Baydarol’la Türkiye’nin AB serüvenini konuştuk. Aslına bakarsanız rapor Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen çevrelerin şikâyetlerini kuşatan bir metindi; tabi Güney Kıbrıs Rum kesimine Türkiye’nin limanlarını karşılıksız açma anlayışı hariç. Candarol AB’nin bu konuda çok büyük bir hata yaptığını söylüyor ve Türkiye’nin kendi travmalarını atlatması gerektiğini, AB’nin Türkiye’nin psikoloğu olmadığını belirtiyor. Yani Türkiye kendi iç sorgulamasını bitirip güçlü bir şekilde AB ile müzakerelerini devam ettirmeli mesajını veriyor...
*K. Irak operasyonu tartışmaları ve İlerleme Raporu birbiri ardına geldi. Türkiye K. Irak’a girerse AB’den uzaklaşırız gibi bir hava esti. Sizce AB’nin bu konudaki tutumu neydi?
Ülkelerin kendilerini teröre karşı savunması BM anlaşmasının 51. maddesine göre kabul edilmiş uluslararası bir haktır. İlerleme raporundan 15 gün önce AB tarafından yapılan bir açıklamada Türkiye’nin K. Irak’ı işgal etmesinin dışında teröre karşı yapacağı sınırlı bir operasyona yeşil ışık yakılmıştı zaten. Son terör eyleminin amacı bizi K. Irak bataklığına çekip batıyla bizi karşı karşıya getirmekti. Kimse Türkiye’ye operasyon yapma demiyordu, “tuzağa düşme” diyordu.
*Hükümetin tezkereyle beraber komşu ülkelerde, Avrupa’da ve Amerika’da başlattığı diplomatik atağın başarıya ulaştığını düşüyor musunuz?
Hükümet mâkul olanı yapmıştır. Bu tür operasyonların öncesinde kendinizin haklılığını uluslararası camiaya kabul ettirmeniz gerekir. Bu diplomatik girişimlerin başarısını görmek için birkaç yıl beklemek gerekir.
*Resmî olarak Avrupa Birliği PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmiş durumda ancak gayriresmî olarak PKK’nın Avrupa’nın bir çok ülkesinde faaliyet gösterdiğini ve bazı ülkelerin PKK’yı bir şekilde destekler pozisyonda olduğunu görüyoruz. Bunu nasıl açıklayabiliriz?
AB 27 farklı ülkeden meydana geliyor. Bu ülkelerden bazıları siyasî gerekçelerle veya Ortadoğu politikalarına bağlı olarak terör örgütüyle yakın ilişkiler içinde. Burada olayı samimiyet meselesi olarak değil farklı ülkelerin farklı çıkarları olarak okumak gerekiyor. Teröre duygusal yaklaşmak gibi bir lüksümüz yok. Olaya sağduyulu ve gerçekçi yaklaşmak durumundayız. Ayrıca AB’nin PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesi için 30 bin insanın mı ölmesi gerekiyordu?
* Peki son ilerleme raporunu duygusallıktan uzaklaşarak sağduyuyla yorumlamanızı istesek?
Türkiye ile ipleri koparmamak üzerine kurgulanmış bir rapor olarak yorumluyorum. Rapor, Türkiye’nin son iki yılı analiz edilerek yazılmamış 1999 Helsinki Zirvesi’nden günümüze kadar Türkiye’nin katettiği yolu ele almış. Son iki yıl değerlendirilseydi daha kötü bir rapor ortaya çıkabilirdi.
*Peki müzakere başlıklarının açılmasını Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Rum kesimine açmasına bağlayan ifadeyi nasıl buluyorsunuz?
Papadopulos’un arkasına sığınmış ve onun sözcülüğüne soyunmuş bir görüntü çizmektedir. 8 müzakare başlığının buna bağlanması Kıbrıs sorununa katkı sağlamaz. Türkiye’nin tam üyeliği konusunda “Aman efendim bu aralar yorgunuz, ne olacağımızı bilmiyoruz, bize zaman tanıyın” tavrı içine giriliyorsa Türkiye nasıl netleşebilir ki? Türkiye’de “Bıktık Artık Kıbrıstan İllallah Partisi” kursak ve yüzde 99 oy alarak iktidara gelsek AB’nin belirsizliği karşısında Türkiye’nin adım atma şansı yoktur. Adım atılması için AB’nin Kıbrıs Türk kesimine verdiği izolasyonu kaldırma sözünde durması gerekiyor. Sorunu sadece Türkiye’nin üzerine yıkarsanız siyasî dürüstlük ortadan kalkar.
*Böyle olunca da Türkiye’de halk 27 tane Avrupa ülkesi tarafından Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmak istendiğini düşünüyor ve AB ilişkisini sorgulamaya başlıyor değil mi?
Eğer Türkiye’nin AB’ye katılması ortak bir menfaat üzerine ise herkes kendine düşen görevi yapmak durumundadır. AB Türkiye’yi lütfen kabul etmiyor onların da çıkarı var...
*Hükümet de sizin gibi bir açıklama yaptığında AB konusunda samimiyetsizlikle suçlanıyor ama...
Bu dış politikayı iç siyasete alet etmektir. AB Türkiye Cumhuriyetinin devlet politikasıdır ve iktidarıyla, muhalefetiyle bütün sivil insiyatif sahipleriyle AB konusunda gereken özen gösterilmelidir. ANAP’tan DYP’ye, DSP’den MHP’ye kim iktidar olmuşsa AB konusunda kendine düşen görevi yapmıştır, ancak iktidardan muhalefete düşüldüğünde hükümetken yapılanlar unutulur.
*Peki siyasetçilerin ve iktidar güçlerinin AB’yi iç siyaset aracı yapmalarını ve bunun üzerinden birbirlerini eleştirmelerini nasıl buluyorsunuz?
AB katalizör olarak kullanılıp iç politikada kullanılıyor. Türkiye’nin tartıştığı AB sanaldır.
*Gerçek AB?
Ekonomik entegrasyonla siyasî bütünleşme arasında sıkışmış kendi kurumsal geleceği konusunda tartışması bir mimaridir. Türkiye’de tartışılan AB ise Türkiye’yi bölüp parçalamak üzere kurulmuş bir yeraltı örgütü gibi lanse ediliyor. Buna karşılık bazı Avrupa ülkelerinde ise öyle bir Türkiye tartışılıyorki; o da AB’yi dağıtmak üzere kurgulanmış bir yeraltı cumhuriyeti. Sanal AB ve Türkiye, gerçek AB ve Türkiye’nin önünü kesiyor. AB ortak menfaatler üzerine kurulmuştur biz bunu tartışırken bazıları da çatışma tezlerini tartışıyor.
*Ve başrollerde Sarkozy tabiî...
AB son zamanlarda Türkiye’yi gücendirecek işler yapmaya başladı. Sarkozy’e baktığımda AB faşizminin parlayan yıldızını görüyorum. AB’nin dönüp Sarkozy’e bir şeyler söylemesi lâzım. Fransa 1963 yılında Türkiye’nin tam üyelik perspektifini onaylayan Ankara anlaşmasını imzalarken 2005 yılında oyunun kurallarını değiştirdim derse Türkiye’nin güvenini kaybeder. Böyle olunca da günlük sorunlarımızda AB’yi dikkate almama davranışı başlar...
*Can Baydarol AB konusunda umudunu mu yitiriyor yoksa?
Hayır. Baydarol hayatı boyunca umutsuz bir adam olmamıştır, ama akılsız bir adam da olmamaya çalışmıştır. Hayatta idealler ve gerçekler vardır. Bu ikisinin ortasını bulmak zorundayız. Dans tek kişiyle yapılmaz bizim de bazen durup AB’nin dikkatini çekmemiz gerekiyor. Bizim AB ile 1970’te başlayıp 1995’te tamamlanan Gümrük Birliği anlaşmamız var. Türkiye’yi AB ekonomileri seviyesine çıkarmak için yapılan bu anlaşmadan Türkiye senelik olarak 5 milyar dolarlık zarar etmektedir. Bu Türkiye’deki yaşam kalitesinin yükselmesi için önemli bir meblâğdır. Kalkıp da bu konuda hiçbir şey olmamış gibi sineye çekemeyiz.
*Kimi kesim AB’yi Türkiye’nin demokratikleşmesinde can simidi olarak görüyor. Onun için de bazı olumsuzlukları görmemezlikten geliyor kanaatindeyim.
Kimse bunu söylemiyor ki! AB ne bir cadı kazanıdır ne bir peridir. Türkiye travmatik bir toplum. Türkiye, devletin “Darbe olur mu? Şeriat gelir mi? Ne zaman bölünürüz? sorularının yansıması olan makro korkularıyla toplumun “Evi nasıl geçindiririm? Taksitlerimi nasıl öderim? gibi mikro korkular arasında kalmış. Bunlar travmatik korkular ve verdiğimiz tepkiler de travmatik. Türkiye’nin kendini iyileştirme sürecine girmesi gerekiyor. Böyle olunca da bu konuları benim gibi bir AB uzmanıyla değil psikologla konuşmak gerekiyor. AB de Türkiye’nin psikoloğu değil... 301. maddeyle ilgili düzeltmelerin yapılmasını AB’ye taviz olarak algılamak, daha fazla kamu denetiminin yapılmasını öngören ombudsmanlık yasasının eski Cumhurbaşkanımız Sezer tarafından veto edilmesi, travmatik bir durum. Elli yaşıma geldim geriye dönüp baktığımda ödüm patlayarak yaşamışım. Türkiye’nin artık olgun bir seviyeye gelmesi lâzım...
*Kendini sorgulama konusunda toplum devletten daha iyi galiba?
Bu sorgulamayı aydınların yapması lâzım. Biz soğuk savaş çocuklarıyız ve eğitimlerimiz bu algı üzerine inşa edildi. Daha sonra Berlin Duvarının yıkılmasıyla soğuk savaş bitti küreselleşme süreci başladı. 11 Eylül’de ise o da bitti. Küreselleşmeyle sorunlar da küreselleşti. Eskinin havuz problemi şimdinin okyanus problemi oldu. Türkiye’de yeni paradigmayla düşünen aydın sayısı oldukça az. Eğer küresel ısınmaya karşı ulusal bir bulutumuz varsa gökyüzümüzde tutalım ve yağmurdan mahrum kalmayalım. Türkiye’deki aydın soğuk savaş takıntılıdır. Bu travmayı görmek lâzım. Sizin gelecekle ilgili umutlarınız yoksa gelecekle ilgili politika üretemezsiniz.
*Ama resmî açıklamalarda Türkiye’nin hiç bu kadar tehdit altında olmadığı söylenip duruyor...
Bence de çok doğru bir saptamadır, ama o lâfı yayanlar yüzünden o hale gelmiştir. Türkiye Cumhuriyetini işin içinden çıkılmaz hale getirirsen Türkiye hakikaten son derece riskli bir noktaya gelir... Geçmişin nefret tohumları ve endişeleri üzerine gelecek yazılmaz. O zaman sadece kötü bir gelecek yazarsınız. Ben hayatımda kötümser olmadım asla akılsız da olmadım...
*Gelecekle ilgili kötümser olmadım diyorsunuz peki Sarkozy’nin Türkiye’ye Akdeniz Birliği’ni önermesine ne diyorsunuz?
Türkiye’yi karar alma mekanizmasının dışında tutup Türkiye’den yararlanma anlamına gelir ki çok ahlâksız bir tekliftir. Türkiye de o kadar ahlâksız bir noktaya gelmemiştir. Soğuk savaş döneminde Türkiye’yi ofsaytta tutma pozisyonu vardı. Şimdi Türkiye oyunun merkezindedir, ofsayta düşen Paris’tir, Berlin’dir. Türkiye mutlak surette Avrupa’nın merkezinde karar alma masasında olmak için bu işe başlamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin AB’ye katılma hevesi sadece ve sadece ekonomik istikrar değildir, siyasi bir hedeftir. Biz AB’nin kaderine ortaklık etmeye gidiyoruz aldığı kararları uygulamaya aday değiliz. Eğer Sarkozy’nin gücü yetiyorsa Türkiye’nin müzakerelerine son verilmesi kararını bakanlar konseyinden çıkarır. Gücü yetmiyorsa da Türkiye’yi hedefinden saptırtacak kötü manevralara ahlâksız manevralara girmekten uzak dursun.
*Daha öncede belirttiğimiz gibi müzakereler Kıbrıs sorunu üzerine kilitlendi. Sizce AB Türkiye’ye rest çekebilir mi?
Türkiyesiz AB ne olur? Bir cazibe merkezi olur mu? Türkiye’yi Müslüman olduğundan dolayı dışarda tutarsanız dünyaya hangi mesajı vermiş olursunuz? Birleşme mesajı mı çatışma mesajı mı? AB, medeniyetlerin çatışması mesajını veremez. Bir de Ortadoğuya açılan kapı Türkiye’den geçer. AB Türkiye’nin yanındaysa Ortadoğuda vardır; Türkiye yoksa yoktur. AB, bir mimarî projedir dedim. Bu mimarî projenin çatısının tutması duvarın kalitesine bağlıdır. Bugünün atmosferinde duvarın kalitesi Türkiye’ye bağlıdır. Türkiye yoksa çatı tutmaz...
|