Ankara’da terör örgütüyle ilişkisinden dolayı bir partinin toptan kapatılma dâvâsıyla mahkemeye verilmesi tartışmaları devam ediyor. Diğer yandan, kimi emekli paşaların “terörle mücadele” hakkındaki hataları “itiraf”tan sonra, askerî sosyal tesislerin bazı emekli generallere yasaklanabileceği yönetmeliği, Ankara’nın yeni bir tartışması olarak ortaya atılıyor.
Ancak bu tür oyalayıcı günübirlik tartışmalarla Türkiye’nin gerçek gündemi kamuoyundan kaçırılıyor; Türkiye göz göre göre gündeminden koparılıyor...
Her ne kadar, “terörün demokratikleşmeye takılmaması” temennisi dile getirilse de, sonuçta etrafta olup biten bir dizi emr-i vaki, “terörle mücadele” paravanında yeterince tartışılmıyor, hatta bir kısım hayatî mesele rafa kaldırılıyor, gündeme bile getirilmiyor.
Zaten terör örgütü de gündemde kalmak ve hedefine ulaşmak için sürekli “çatışma stratejisi”ni güdüyor.
Ankara’nın gündeminden sapması, demokrasinin askıya alınması, AB sürecinin tavsaması, insan hakları ve özgürlüklerinde geriye gidilmesi, karşılıklı tahrike zemin hazırlanması ifsadı işleniyor...
Maksat, Türkiye’yi çeşitli ütopik tehdit algılamalarıyla içte güvensizlik, kargaşa ve kaosa itmek; Müslüman komşularıyla arasını açmak...
Ve ne yazık ki Ankara’dakiler de bu oyuna geliyor. Son bir iki haftalarda örnekleri görüldüğü gibi...
* * *
Doğrusu geçtiğimiz günlerde televizyonlara çıkan bir kadın teröristin “itirafları”, bu dehşetli projenin âdeta deşifresi oldu.
1994 yılında PKK’nin bitme noktasına geldiğini, örgütün küçük gruplar halinde parçalanıp dağılma sürecine girdiğini belirten eski teröristin söyledikleri, ibret verici...
Terör örgütünün demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesini istemediğini, demokratik açılımların örgütün propaganda ve istismar alanını daralttığını, bu yüzden AB ve komşu Müslüman ülkelerle işbirliğinin ve bölgenin kalkınmasına karşı olduğunu açıkça ikrar ediyor.
Çatışmanın devam etmesinin terör örgütünü güçlendirdiğini anlatan “itiraf”taki tespitler, bazı emekli paşaların yapılan yanlışlara dair “itirafları”yla âdeta örtüşüyor...
Açıkça ortada ki örgütten başka yaşama alanları olmayan dağdaki elebaşları, hep çatışmadan yanalar. Onlara kalsa hep kan ve gözyaşı aksın, hep Anadolu’ya şehid naaşları gitsin; tâ ki toplumda asimetrik kışkırtmayla husûmet hisleri yerleşsin; iç çatışmayla toplum temelinden sarsılsın...
Sonuçta “sınırötesi operasyon”la örgüte darbe vurulsa da bunun nihâî çözüm olmadığını, bölgeyi rahatlatacak, istismarların önünü alacak, ekonomik ve sosyal tedbirlerin mutlaka gecikmeden alınması gerektiği bu “itiraflar”dan da ortaya çıkıyor.
Buna ilâveten Türkiye’nin saptırmalara kanmadan çevresiyle, özellikle Müslüman komşularıyla siyasî, iktisadî, kültürel sahada ciddî işbirliğine girmesi, akl-ı selimin önerisi...
Ne var ki son demde olup bitenler, bu konuda ciddî endişelere yol açıyor...
Mesela, AKP hükûmetinin “savunma işbirliği anlaşmaları”na ilâveten geniş kapsamlı ekonomik işbirliği anlaşmalarını imzaladığı İsrail Cumhurbaşkanı Peres, TBMM’de “barış”a vurgu yaparken bile, barışı baltalayan sözler sarfetti.
Türkiye’nin kalbi Türk parlamentosunda komşu ve kardeş Müslüman ülkeleri suçladı. Hükûmet bir cümleyle de olsa bunu tashih etmedi; destekçisi mâlum medya, tek kelimeyle bunun üzerinde durmadı...
* * *
Dahası Peres, Ortadoğu’nun durumunun görüşüleceği Annapolis konferasında, Suriye’nin, İsrail’in işgal ettiği Golan tepelerinin görüşülmesi talebini “uzlaşmazlık” diye niteledi.
Resmen komşu İran’ı hedef gösterip, İsrail’deki yüzlerce nükleer silâhı nazarlardan kaçırarak, İran’ın BM Atom Enerjisi Başkanlığınca da “meşru” görülen nükleer enerji üretiminin bölgede “terör kaynağı” olduğunu öne sürdü. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat’a hakaret etti; Telaviv’in her fırsatta Tahran’ı “tehlike” gören iftiralarını yeniden telkin etti.
Ve en son ABD Enerji Bakanı, Azerbaycan’dan Türkmenistan’a, İran ve Irak’tan Körfez ülkelerine kadar Hazar-Kafkas, Orta Asya ve Ortadoğu doğalgazını “enerji güvenliği” plânı çerçevesinde Avrupa’ya taşıyacak “Türkiye-Yunanistan-İtalya doğalgaz boru hattı”nın, İran bölümüne karşı çıktı.
İpsala’daki “vana açma töreni”ne katılan Bakan Samuel Bodman, onca ülkeye ve AB’ye rağmen, resmen Türkiye’nin İran’la her türlü işbirliğini kesmesini “buyurdu!” İran’ın uranyumu zenginleştirme çabasını ve nükleer enerji çalışmalarını bahane ederek...
İşte bu durum, zâhiren karşı olduğu havasını yaysa da, Amerikan yönetiminin Türkiye’nin Kuzey Irak’a girip bu fitneye bulaşması, en vâhimi de İran operasyonuna ortak edilmesi tezini bir defa daha teyid etti.
Plân, Türkiye’yi saptırmak; Kuzey Irak bataklığı çıkmazına çekerek AB yolundan ayırmak. Müslüman komşularla arasına engeller koymak. Ankara’yı kendine mecbur etmek. Sürekli çatışma ve operasyonları gündemde tutup, asıl gündeminden ve demokratikleşme sürecinden uzaklaştırmak...
Görünen o ki, İsrail’e hizmeti “görev” bilen Evanjelist Bush ve neoconlar, Erdoğan’ın Oval Ofis’te ve Amerika’daki Yahudi lobilerinde sürekli vurguladığı “stratejik müttefik”likten sadece bunu anlıyorlar...
20.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|