Türkiye’nin hararetle “sınırötesi harekât”ı tartıştığı bir sırada, en son Baykal’ın seslendirdiği “Kuzey Irak’ı kazanma” perspektifi oldukça önemli.
Hatırlanacağı üzere, daha önce Demokrat Parti Genel Başkanı Ağar da, Güneydoğu’da yüzbinlerce gencin terör örgütünün yanına itilmesinin engellenip, millete kazandırılması yaklaşımını dile getirmişti.
Bu kapsamda, öncelikle terörün tasfiye edilip iç huzurun sağlanması, bölgenin ekonomik ve sosyal destekle takviyesinin yanısıra, Osmanlının muhteşem misyon ve verâsetini taşıyan Türkiye’nin tabiî bir uzantısı olan, ortak inanç, tarih ve kültürü paylaştığımız Kuzey Irak’taki Kürtlere sahip çıkmasını temel perspektif edinmesini teklif etmişti.
Ne yazık ki, bu esaslı açılım, “düz ovada siyaset” demagojisiyle gürültüye getirilmiş; politik kıskançlık ve tartışmalara kurban edilmişti.
Neticede, akıl için yol birdir. Güneydoğu’da ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması, yatırım seferberliğinin yeniden başlatılması ve işsizliğe karşı iş imkânlarını üretilmesi gibi maddî tedbirlerle birlikte topyekûn mânevî birlik bağlarının güçlendirilmesi gerekir.
Yegâne köklü çâre, karşılıklı komşuluk ve kardeşlik sorumluluğunu yüklenmektir...
Bundandır ki, Bediüzzaman asıl sorumluluğun, “İslâmiyet milliyetinin sâdefi ve kal’ası hükmünde o kal’a-i kudsiyenin nöbettarı olan Arap ve Türk hakikî iki kardeş”in omzunda olduğunu bildirir.
İslâm dünyasındaki “küçük tâifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlara bağlıdır” diye ifâde eder. (Hutbe-i Şâmiye, 39-49)
* * *
Aslında, Irak halkını kazanmaya yönelik orta ve uzun vâdede geleceğe dair bir program çerçevesinde ciddî stratejilerin ortaya konulması, geç kalınmış temel tedbirlerin başında geliyor.
Irak’la ticaretin arttırılması, ilâve sınır kapılarının açılması, her türlü ekonomik, ticarî, sosyal, kültürel ortaklıkların geliştirilmesi, Irak ve diğer komşu ülkelerden öğrencilerin Türkiye’de okutulması, hayatî önemi hâiz.
Bu bakımdan Türkiye, Balkanlardan, Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanan Osmanlı hinterlandındaki geniş bir coğrafyada aktif olmalıdır.
Türkiye-Irak Dostluk Derneği Başkanı Mehmet Emin Değer’in dediği gibi, Ankara’nın artık günübirlik geçici ve geçiştirici önlemleri aşıp, ciddî bir biçimde uzun vâdeli köklü çözümlere yönelmesi; sağlıklı ve istikrarlı bir temel politika belirlemesidir. Değer’in de tespitiyle, silâhlı mücadeleden bıkmış bölgenin beklentisi budur...
Doğrusu, bu süreçte Kuzey Irak’taki aşiret reislerinin vâhim hataları oldu. Ankara’nın verdiği pasaportlarla ancak dışarı çıkabilen “yerel yöneticiler”, ne yazık ki küresel gücün tuzaklarına, uluslararası sermayenin saptırmasına kandılar.
Ancak ne olursa olsun, hiçbir sâik kuzeydekileri hunhar işgalcilerin “işbirlikçiliği”ne itmemeli idi. Ülkelerini işgâl eden hâricî düşmanın saldırısında dahildeki adavetleri unutup, bir milyondan fazla sivilin öldürülmesini netice veren katliama karşı bütün Irak halkının yanında yer almalıydılar.
Türkiye’ye yönelik terörün yuvalanmasına müsaade etmemeli, uyuşturucu, silâh ve insan kaçakçılığının bölge üzerinden yapılmasına göz yummamalıydılar...
* * *
Sonuçta başta İngiltere ve ABD olmak üzere, yabancı güçler, hegemonyaları ve çıkarları uğruna Irak’ın kuzeyini üs edinip uzun zamandır çeşitli çıkar ilişkilerinde istimal edildikleri vâkıası ortada...
Gelinen noktada, “yerel yöneticiler”in bugünden yarına yıllardır içine çekildikleri cendereden kısa zamanda kurtulmaları elbette beklenemez.
Lâkin, şurası muhakkak ki, işgalciler, bizzat Neçirvan Barzani’nin itirafıyla daha önce olduğu gibi, ülkenin mâddî ve mânevî kaynaklarını sömürüp aralarında bölüştükten sonra, yine Irak halkını kaderiyle başbaşa bırakır. Irak ve Türkiye kıyamete kadar komşu kalır.
Bunun için, Irak ve Kuzey Irak yöneticileri, Birinci Dünya Savaşında istilâcı İngilizlerin, ihtilafla çatışma fitnesi çıkarmak amacıyla cetvellerle kentlerin, kasabaların ve köylerin ortasında çektikleri yapay hudutla çizginin öteki tarafına düşürüldüklerini asla unutmamalı.
“Millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücâhid ve muazzam bir ordusu olan Türk milleti”ne kurulan komplolara âlet olmaktan uzak durmalı...
Bir defa daha ilk adımı Türkiye atmalı. Asırlarca Osmanlı idâresi altında bulunmuş, beraberce işgalci ecnebilere karşı savaşmış, ecnebilerin çizdiği sun’î sınırlar dışında kalan dindaşlarına, “vatandaşlarının akrabaları”na bir büyük ağabey anlayışıyla yardım elini uzatmalı...
Türkiye’nin perspektifi bu olmalı...
15.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|