Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi: Endonezya
Endonezya Güneydoğu Asya’da yer alan 245 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesidir. Hollanda’nın geçmiş sömürgelerinden biridir. 17 Ağustos 1945 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. 17.508 adadan oluşan ülke dünyanın en büyük takımada devletidir. Yani 20’li yaşlardasınız diyelim Endonezya’nın küçük büyük her adasına gidip birer gece kalıp gezeceğim derseniz herhalde yetmiş yaşlarına yaklaştığınızda bu gezinizi tamamlamış olursunuz. Endonezya'nın komşuları, Papua Yeni Gine, Doğu Timor ve Malezya’dır. Başşehri Java adasındaki Jakarta’dır.
Şu anki Endonezya topraklarının tamamı yaklaşık 450 yıl Portekiz ve Hollanda´nın bir sömürgesi olmuştur. Ayrıca Endonezya yanardağların patladığı, tsunami ve depremlerin bolca yaşandığı bir ülkedir. Endonezya halkının büyük çoğunluğu Müslümandır. Dünyanın Müslüman devletleri arasında en kalabalık nüfusa sahiptir. Toplam kişi başına milli gelir 3500 dolardır.
TUSKON (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) Avustralya temsilcisinin organize ettiği Endonozya gezimiz 12 iş adamıyla birlikte gerçekleşti. Daha önce Uzak doğu Ülkelerinden Çin, Japonya ve Filipinler’i görme imkanımız olmuştu. Dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip olmasından dolayı diğer yerlerden farklı olarak Endonezya ziyareti benim oldukça ilgimi çekti.
Seyahatimiz Melbourne hava alanından başladı. Yaklaşık 6 saat süren bir uçuşla Denpasar’a (Bali) vardık aktarmalı olarak Bali’den bir buçuk saat uçuşla Jakarta’ya ulastığımızda bizi TUSKON Endonezya temsilcisi, bir grup işadamı ve Endonezya’da özel Türk kolejlerinde görev yapan öğretmenler karşıladı. Havanın çok sıcak ve nemli oluşu bu gezide biraz zorlanacağımızın işaretçisiydi.
Endonezya’nın yer altı ve ham madde zengini olmasına rağmen hâlâ fakirliği üzerinden atamamış olmasını daha hava limanından anlayabiliyorsunuz. Avustralya’da kuraklık olmasına rağmen bol yağışa alışkındık. Çok yağmur alan bu ülkede de ilk dikkatimizi hava alanından oto parka giderken bizi yağmurdan korumak için şemsiye tutan gençler çekti. Ben bunların bu hareketini önce misafirperverliklerine bağladıysam da sonradan bu büyük nüfusa ve işsizliğe sahip olan memlekette bunun da bir geçim yolu olduğunu anlamış oldum. Arabasıyla bizi havalimanından orada iş sahibi olan Hakan bey aldı. Kısaca bizlere Endonezya hakkında verdiği genel bilgiler arasında en dikkat çekici olanı burada en büyük problemin trafik olmasıydı. Öyleki 3-4 kez uçağa yetişmek için 4-5 saat önce yola çıkmasına rağmen uçağı kaçırmış. Ne yalan söyleyeyim ben arkadaşımızın biraz mübalağa ettiğini sanmıştım. Ancak yanılmışım çünkü bu ülkede 10-15 kilometrelik yolu 2-3 saatte ancak katedebiliyorsunuz. Size de mübalağa gibi gelebilir. Bize tahsis edilen gezi arabasında seyir halindeyken inip yürüyüş yapabiliyor, hatta abdest alıp namazımızı bile kilabiliyor ve tekrar trafikteki arabamıza binebiliyoruz. İzlenimlerimden biri de Endonezya insanının yüzyıllarca beyaz insanların sömürgesinden çok fazla etkilenmiş olmalarıydı. Adeta beyaz insanların birinci sınıf, kendilerinin ise ikinci sınıf insan olduğuna inanır olmuşlar. İşin en acı tarafı bu milyonlarca insanı Hollandalılar sadece bin küsür kişiyle işgal edip sömürmüş.
Birilerinin moda deyimiyle Endonezya’da mahalle baskısı yok, örtülüyle örtülü olmayanlar caddelerde kol kola gezebiliyorlar. Başörtüsü takmayan hatta açık giyimi tercih eden bayanlar bile namaz konusuna çok ehemmiyet veriyorlar. Çantalarında başlarından geçirmeli bir tarz namaz kıyafeti bulundurup namaz saati onu üzerlerine geçirip namazlarını ifa ediyorlar. Camilerde sabah namazından 10 dakika evvel davul çalınıp ezan saatini haber veriyorlar.
Endonezyalılar cok sabırlı mülayim insanlar. Oradaki arkadaşların anlattıklarına göre adeta lügatlarında hayır ve yok kelimeleri bulunmuyor. Ne derseniz “evet” diyorlar. Burada anlatılan bir fıkra da bu durumu özetler nitelikte: Türkiye’den gelen bir misafir, Endonezyalı birisine “Hemşerim buradan Maraş’a nasıl gidilir” diye sormuş Endonezyalı vatandaş da başlamış yolu tarif etmeye “buradan düz gideceksin ileriden sağa sonra sola ve düz devam et işte orası Maraş” diye cevaplamış. Bu fıkra hep anlatılır Endonezya’da. Ulaşımda en pratik araç motorsikletler. Motorsikletlere normal araba gibi 5 kişi bile binebiliyor.
İnsanların hâl ve hareketi cok rahat. Giyimleri de aynı şeklide. Çok doğal giyiniyorlar. Bürokratlar da bu duruma dahiller. Görüştüğümüz üst düzey bir müsteşar bizi ayağında terlikle karşıladı.
Avustralya’da Hint lokantalarına sıkça gitmeme rağmen yemeklerinde biraz zorlandım desem yalan olmaz. Çünkü damak tadları çok farklı. Ekmek pek yemiyorlar. Gezimizde yolda karşılaştığımız insanlara selam verdiğimizde selamımızı alıp cok memnun kalıyorlar. Hele öğrencilerin selâmımızı hep bir ağızdan koro halinde almaları Çok güzel bir görüntü oluşturuyor ve ortak bir dilimizin ve milliyetimizin olması insanı çok duygulandırıyor.
Jakarta’nın dışına seyahat ettiğinizde yol boyunca muz bahçeleri ve pirinç tarlaları dikkatinizi cekiyor. Yeraltı kaynaklarına sahip ve hammadde zengini olan, aynı zamanda genç nüfusa sahip bu ülkenin geleceği için oldukça umutlandım. Ama şu soruyu sormadan da edemedim: Hemen komşusu olan Malezya’nın çok gelişmesine rağmen bu ülkenin geri kalmasının sebebi nedir? Ve cevabı da çok netti. Demokrasisi bizde olduğu gibi çok ağır işliyor. Malezya ise bu konuda çok mesafe katetmiş durumda. Bediüzzaman Münazarat kitabında “hürriyet” fikrinin galeyana gelmesiyle ancak maddi terakkinin olacağını söylüyor. Üstad’ımız bu bölümde bu ülkeden de Cava olarak bahsediyor ve Arap, Hint gibi milletleri sayarken buradan da söz ediyor. Biz de bu müjdelerin gerçekleşeceğine inanıyoruz.
Asya kaplanı olmayı az bir farkla kaçıran Endenozya inşaallah istikbalde hak ettiği refahı yakalayacaktır. Bu vesileyle bu geziyi organize eden TUSKON temsilciliğine, Endenozya’daki Türk Kolejleri idarecilerine ve oradaki iş adamlarımıza gösterdikleri misafirperverliklerinden dolayı teşekkür ederim.
|
Dünden bugüne
Kürtlerin ve Türklerin asgarî müşterekleri ve bu asgarî müşterekler üzerinde et-tırnak gibi gelmeleri ve asırlarca bu kardeşliğin devam etmesini bu son zamanlarda doğru dürüst yazan yok.
Kürtler ve Türkler İslâmî felsefe üzerine neşvünemâ buldukları zaman Malazgirt Meydan Muharebesi’nde bir araya gelmişlerdir ve Alparslan’ın 5 bin askerine tüm bölgeden 10 bin Kürt katılmış ve Malazgirt Meydan Muharebesi’nin zaferini bu şekilde elde etmişlerdir. Hatta ve hatta Romen Diyojen’i esir alanın bir Kürt olduğu tarihin hükmü ile sabittir.
İşte bu İslâm kardeşliği öyle devam etmiş ki; Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli dönemlerinden birinde bir müsâlemet-kardeşlik antlaşması ile teyid edilmiştir. O antlaşma, o dönemin padişahı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisî arasında yapılmıştır. Demek ki burada Kürtler ile Türklerin aynı karakteri taşıdığı anlaşılmaktadır.
Tarih boyunca Kürtler nerede yaşamışlarsa yaşasınlar, mutlaka o dönemde ve o ortamda bulunan en büyük âlim, en büyük mürşid tanıdıkları kim ise ona tâbî olmuşlardır.
Türkler ise Şeyh Edebali ile münasebetler tesis ettiğinden beri bütün Osmanlı Padişahları mutlaka büyük bir mürşidin mensubuydu. Bunu bütün tarihler kaydediyor. Şimdi bu böyle devam edip gelmiştir. Ve bu iki kavim, bu münasebetler yüzünden et ve tırnak gibi olmuşlardır.
Uzatmayalım, bir takım ufak tefek hadiseler bu dönemlerde olmuşsa da herhangi bir tesir bırakmamıştır. Ancak 1921’den sonra idarecilerimizin dönüş yapmaları ve “Kürt yoktur” inkâriyetlerine gitmeleri ve Müslüman Kürtleri bertaraf etmeleri, idare ve hükümetten uzaklaştırmaları ve o zamana kadar Kürtlerce Kürt kabul edilmeyen, İslâmiyet’ten uzak olanları bunların yerine yerleştirmeleri zamanla bugünkü neticeleri doğurmuştur. Tabiî bu bir makaleye sığacak mesele değildir. Kitaplar yazmak lâzım, ama meselenin aslı budur.
Gıyasettin Emre
Muş Eski Milletvekili
|