Ankara, Cumhurbaşkanı seçimi ve genel seçim süreciyle birlikte altı aydır âdeta içine kapandı. Türkiye’nin Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nun açıklanacağı günde, Başbakan Amerika’da...
Türkiye’nin gündemi karartıldı. Doğrusu 27 Nisan bildirisiyle yeniden “28 Şubat postmodern darbe” benzerî “irtica tehlikesi”nin icadı ve seçimin apar topar gündeme sokuşturulmasına kadar, birçok emr-i vaki bunda etkili oldu. Hrant Dink cinâyetinde olduğu gibi...
Seçim sonrasında da Ankara gündemine dönemedi. Peşinden Türkiye’nin başına belâ edilen “terör fitnesi” sahneye sürüldü. Bir yerlerden düğmeye basıldı ve gündem birden bire azdırılan teröre kilitlendi. Başta AB ve demokratikleşme olmak üzere birçok hayatî konu gündem dışına itildi.
Ve sözkonusu “antidemokratik çıkışlar”, iktidar partisini halkın nezdinde “mağdur” konumuna sokup prim kazandırdı. Türkiye’yi gerginliklerle rayından ayırdı; toplumu tepki politikalarının içine itmekten başka bir işe yaramadı.
Plan bu idi: Karartılan gündemle Ankara’yı iç yapay konulara boğup, AB ve demokratikleşmeden koparmak. Türkiye’nin gerçek gündemini savsaklamak...
Gerçek şu ki Türkiye’nin sun’î gündemlere sürüklenmesine sebebiyet veren merkezlerle başta terör olmak üzere başına bin bir türlü gâile açan mihraklar aynı yerden nemâlanıyor.
Belli ki Türkiye’nin gündeminden kopup demokrasi dışı çıkmazlara sapması, küresel ifsat şebekelerinin işine geliyor.
* * *
Oyun açıkça sırıtıyor. Kontrolündeki Irak’ta terör örgütünü ve kuzeydeki yerel yönetimi koz olarak kullanan ABD, Türkiye’yi AB’den soğutmak için el altından her şeyi yapıyor. “Demokrasi ve özgürlükler” perdesinde dayattığı projeleri bölgenin başına geçirmek için...
İsrail’in yüzlerce nükleer başlıklı silâh ve bombaya sahip olmasını “olumlu” görüp, İran’ın nükleer enerji üretimini dünya için “tehlikeli” bularak bu ülkeyi de “Iraklaştırma”ya bahane etmesi bunun için.
Keza Türkiye’nin Irak işgal ve operasyonuna ortak edildiği gibi, diğer Müslüman komşuları Suriye ve İran saldırılarına iştirakiyle aralarını açmak için.
Ortadoğu’da, Orta Asya’da Müslüman mazlûm ülkelerin maddî ve mânevî birliklerini bozmak için. Başta petrol ve gaz olmak üzere yer altı ve yerüstü zenginliklerini, enerji kaynak ve hatlarını paylaşmalarını engelleyip kapmak için...
Ne var ki siyasî iktidar da baştan beri “büyük Ortadoğu projesi”ne, Afganistan ve Irak işgaline verdiği destekle, “terörle mücadele” paravanında bu taktiğe geliyor.
Oysa ABD’nin “terör” dediği ve “isyan” olarak nitelediği, Filistinlilerin İsrail’in işgaline karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi. Şam’ın, İsrail’in Golan tepelerini gasbına ve Lübnan’daki oldu bittiye itirazı. Tahran’ın enerji üretimiyle ekonomisini ve savunmasını tahkimi. Afganistan mücahitlerinin istilâ ve sömürüye başkaldırışı. Irak halkının katliama karşı direnişi...
Türkiye’ye yönelik bölücü terörü güya “kınıyor,” ancak taahhüt ettiği hiçbir ciddî tedbire yanaşmıyor. İran’a karşı kullandığı PKK’nın diğer kolu PJAK’a “terör örgütü” bile demiyor.
Aslında tam da Erdoğan-Bush görüşmesi öncesi, 12 şehidin verildiği son Dağlıca katliâmında kaçırılan sekiz askerin iâdesi, plânı açığa çıkarıyor.
Haftalarca örgüt televizyonlarında yapılan tahrik ve propagandadan sonra, askerlerin PKK tarafından Irak’taki işgalci ABD makamları aracılığıyla güdümündeki Kuzey Irak yerel yönetimi üzerinden Türkiye’ye teslimi, her şeyi açıkça ortaya koyuyor...
* * *
Gelinen noktada AKP hükümeti, ABD’ye endekslenerek AB’yi bir nev'i rafa kaldırdı. Müzâkere süreci durdu. Türkiye’nin gerçek gündeminin başında gelen AB reformları âdeta askıya alındı.
Alây-ı vâlâ ile ortaya attığı “sivil anayasa”nın birdenbire derin bir kuyunun dibine atılırcasına, hükümetçe sivil toplum kuruluşlarına havalesinde aynı oyuna gelindi.
İnsan haklarının genişletilmesinde Ankara hâlâ aynı yerde. Hâlâ sırf fikirlerinden dolayı gazeteci ve yazarların yargılandığı 312’nin yeni versiyonları devrede. Düşünce özgürlüğü 301’e endekslenerek budandı. AİHM’e başvurularda artış var. Gözaltı ve soruşturma ihlâlleri devam ediyor.
Türkiye bir seçim ve bir referandum yaptı; lâkin siyasetin demokratikleşmesi için siyasî partiler ve seçim kanunları gündeme bile getirilmedi.
Kısacası son bir yılda demokratikleşmede AB standardına ulaşmada köklü bir çaba gözlenmiyor. Buna rağmen, “ilerleme raporu”nun ve daha uzun vadeli uyum ve uygulama yol haritasını ihtiva eden “strateji belgesi”nin artıları ve eksileriyle birlikte “olumlu” ve “ölçülü” olduğu; Türkiye’yi dışlamadığı bildiriliyor...
Bakalım, AB nasıl bir perspektif ortaya koyacak? Ve AKP hükümeti gündemin karartılması kâbusundan kurtulup Türkiye’nin gerçek gündemine dönüp bunu değerlendirebilecek mi?
06.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|