“Sınırötesi operasyon” ve “terörle mücadele” tartışmaları, son günlerin ülke içindeki etnik kışkırtmalarla bir başka mecraya kaydı. Anlaşılan,“asimetrik tahrik”le kavmiyetçilik belâsıyla milletin birliği zehirlenmek isteniyor…
Bu hususta maddî ve inzibatî tedbirler de işe yaramıyor. Amerikan Dışişleri Bakanının Ankara’ya gelmesi, Başbakan’ın iki gün sonra Amerika’ya yapacağı ziyarette Bush’la görüşmesi bile gündemin gerisinde kalıyor.
Bunun için öteden beri istimal edilen âletler yeniden devrede. Okyanuslar ötesinden hazırlanan “etnik ayrılık senaryoları” tek tek sahneye konulmakta…
Başta medya olmak üzere topyekûn Türkiye’nin bu belânın önünü alması, bununla uğraşması gerekirken, ne yazık ki gündem neredeyse, bir “Hollywood yıldızı”nın Ankara’da devlet başkanları gibi karşılanması, Anıtkabir’e gitmesi, Çankaya köşkünde resepsiyonda sol eli cebinde devlet zirvesiyle tanışmasına odaklandırıldı.
Mâlum medya, Havyarı Hazar Denizinden, taze meyvesi Antalya’dan uçakla getirilen Kevin Costner’in, “Atatürk filmi”nde rol alıp almayacağı tahminleriyle oyalandı. Başbakan bile bunu kendisine sordu…
Tam da Ankara’da bizzat Belediye Başkanı tarafından krallar gibi ağırlanan ve Dışişleri Bakanı Babacan’la uzun süren sohbetine bile anlamlar yüklenen Costner’in, Amerika’daki lobilerle Türkiye’yi birbirine yaklaştırmak, kamuoyunda biriken Amerikan karşıtlığını yumuşatmak için geldiği haberlerinin çıktığı bir sırada…
* * *
Oysa Ankara’nın Costner’i ağırlamaktan daha önemli işleri var…
Türkiye, elbette ki, hâlâ Başbakan tarafından “stratejik müttefik” olarak tanıtılan ABD’nin işgali altındaki terör örgütünü himâyesine son verdirmeli. Bunun için 2006 Nisan’ında Ankara’da imzalanan ve dönemin Dışişleri Bakanı Gül’ün Esenboğa yolunda Rice’nin arabasında başbaşa konuştuğu “Stratejik Vizyon Belgesi”nin gereğini yapmasını istemeli.
“Stratejik ortak” dediği Türkiye’ye yapılan saldırının kendisine yapıldığı anlaşmasının gereği olarak, Ankara’nın listesini verdiği terör örgütü elebaşlarını teslim etmeli. Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimin terör örgütünü korumasına son verdirmeli.
Sınır kapılarının denetiminden, aynı zamanda mafyalaşan örgütün yine Kuzey Irak ve işgal güçleri himâyesindeki uyuşturucu, insan ve silâh kaçakçılığını engellemesini sağlamalıdır…
Ancak bunların hiçbirisi, içte alınacak manevî tedbirlerin yerini tutamaz. “Ilımlı İslâm” türü yozlaştırıcı ifsadlarla Müslümanları birbirinden soğutup, peşinden her türlü kavmiyetçilik ve mezhepçilik kavgasının körüklenmesi, fitnenin asıl maksadı…
Belli ki terörün de ayrılıkçılık hedefine ulaşmak için içte yapmak istediği bu. Türkiye’nin, tıpkı Irak’ta, Lübnan’da olduğu gibi, etnik provokasyonlarla içinin karıştırılması; kargaşa ve kaos sonucunda iç bölünme ve parçalanmayla zaafa düşürülmesi ve nihâyetinde çağdaş istilâ ve işgal projeleriyle “kontrol” altına alınıp “esirleştirilmesi”
Ankara’nın öncelikle bunun tedbirini alması gerekiyor. Aksi halde, “ABD’nin oluru” alınsa bile, ne Kuzey Irak’a yapılacak bir askerî harekât, ne ambargo ve ne de diğer önlemler, bu dehşetli fitneyi savmaz.
Bu bakımdan, “mânevî kardeşlik” esası, plânlanan ifsad ve fitneyi kökünden tasfiye edecek yegâne çâredir. Bu tedbir, inanç ve mânevî temeller üzerine yükselen bin yıllık tarihin şahâdetiyle sabittir…
* * *
Aslında bir asır önce Şark’taki aşiretlere meşrutiyet ve hürriyet “Münâzârât” derslerini veren, hayatı ve eserleriyle ülkenin birlik ve beraberliğine hizmet eden Bediüzzaman’ın, “Kürtlerin içtimaî hayatının Türklerin hayat ve saadetinden neş’et ettiğini” belirten beyânı, bu hususta temel referanstır…
Bediüzzaman’ın, “Frengilik (Batıcılık) namına ve ilhad (din dışılık) hesabına, Türkçülük perdesi altında” kendisine hucüm “sahtekâr kavmiyetçiler”e verdiği cevap, bu ülkede Türklerle Kürtler arasındaki kardeşliğin en bâriz bir örneğidir.
“Türk milletini ve milliyetini zehirliyenler”e, “Millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücâhid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğini” açıkça izâh edip, “İttihadda (birlik ve bütünlükte) hayat var, uhûvette (kardeşlikte) saadet var” telkini bunun içindir.
İstanbul’da ekserisi Doğulu hamallara hitaben, “Altıyüz seneden beri bayrak-ı tevhid-i (İslâm bayrağını) umum âleme karşı i’la eden (yükseltip dalgalandıran) şanlı Türkler”e itaati tavsiye eden fikirleri, sözkonusu, bölücü terörün fitneyle enjekte etmeye çalıştığı zehre panzehirdir…
Cumhurbaşkanı “Atlantik’in ötesindeki insanlar bu bölgenin hassasiyetlerini, örfünü, kültürünü bilemez, Amerika bir gün gidecek” diye Kuzey Irak’ı ikaz ediyor…
Ne var ki, tâ Atlantik’in ötesinden başka sesler de geliyor. Aklı başında ilim adamları, sosyologlar, Bediüzzaman’ın “bu vatan milleti”nin birliği ve beraberliği için Kur’ân’ın mânâsından tefsir ettiği çâreleri nazara veriyorlar. Milletin birlik ve beraberliğini zehirleyen zehre karşı Bediüzzaman’ın önerdiği panzehire dikkat çekiyorlar.
Türkiye, bu milletin medar-ı iftiharı Bediüzzaman’ın bu fitneye getirdiği mânevî tedbirlere bigâne kalmamalı…
02.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|