“İleri gelenlerinin ve âlimlerinin onları günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırmaları gerekmez miydi? Onların san'at haline getirdikleri ne kötü birşeydir!”
Maide Sûresinin 63. âyetinin meâlinde yer alıyor bu ifadeler. Müfessirler, Kur’ân’da âlimlere hitap eden en şiddetli âyetin bu olduğunu söylerler. Görüldüğü gibi makam ve derece arttıkça, yükseldikçe sorumluluk ve yükümlülükler de artıyor. Nasıl bir işyerinin hizmetlisiyle amirinin sorumlulukları arasında dağlar kadar fark varsa, toplumun ileri gelenleriyle âlimlerinin yükümlülükleri ve sorumlulukları da o kadar büyük ve önemlidir.
Çünkü bu iki sınıf binleri, on binleri, hatta milyonları bile olumlu veya olumsuz yönde etkiler, yönlendirebilirler. Hadis-i şerifte, “Ümmetimden iki sınıf düzelirse toplum da düzelmiş olur. Bozulduklarında toplum da bozulur. Bunlar âmirlerle âlimlerdir”1 buyurulmuyor mu?
Kişi ve toplumları mahveden çeşit çeşit günah, haram ve zulümleri önlemede en etkili güçlerden biri idareciler, diğeri de alimlerdir. Biri anlatır, diğeri tedbir getirir. Bir toplumda bu görevler hakkıyla yapılmazsa kötülükler kuvvet bulur, yaygınlaşır, güven kaybolur, huzur ve hayatın tadı kaçar.
İşte yukardaki âyet, “Zulüm ve kötülükler karşısında sakın sessiz kalmayın. Bunu sanat ve meslek hâline getirmeyin” anlamında şiddetli bir ikazda bulunarak yönetici ve bilginlere aslî görevlerini hatırlatıyor.
Uyuşturucu ve zararlı alışkanlıkların ağına, terör tuzağına düşmüş gençlerin o hâle gelişlerinde acaba uyarıcı görevleri olan bilginler ve bir kısım hukukî yetkilere sahip yöneticiler sorumluluklar ve yükümlülüklerini ne ölçüde yerine getiriyorlar?
Huzurlu ve mutlu bir toplumun kuruluşunda bu iki sınıfa olduğu gibi anne-baba, öğretmen ve vatandaşlara da elbet bir kısım görevler düşüyor.
Ancak öncelikle âmirlerle âlimler toplum düzenini sarsıcı hareketlere göz yummamalı, “Nemelâzım” dememeli, sessiz kalmamalı, görevlerini mutlaka yapmalılar. Aksi halde Kanuni Sultan Süleyman’ın, “Osmanlının sonu ne zamandır?” sorusuna, “Nemelâzım!” diye çok veciz cevap veren, yani “Yetkili ve ilgililer haksızlık ve yanlışlıklar karşısında nemelâzım deyip görmezden geldiklerinde Osmanlının sonu demektir” demek isteyen Yahya Efendinin dikkat çektiği gibi, umursamaz, nemelâzımcı tavırlar toplumun sonunu hazırlamak, fiilen toplumun intiharı için fetva çıkarmak demektir. Düşmanın istilâ ve işgaline gerek kalmadan toplumlar kendi kendilerini yiyip bitirirler.
Demek dünyayı Cennete çevirebilecek özellikte bulunan âlimlerle âmirlerin görevlerini yapmamaları her şeyin altüst olmasına yetebiliyor.
Dipnot: 1. İhya, 1: 15 (İbni Abdiberr’den).
06.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|