Şûrâlara katılan meşveret üyelerinin susma ve etkilenme boyutuna da bakmamız gerekir. Ki, üç şeyden kaynaklanıyor olabilir:
- Meşverette konuşanların fikirlerini benimsemek, sükût ile ikrar etmekten...
- Her bilen, bildiğini tam anlatamayabilir. Anlamak ayrı şey, anlatmak kabiliyeti ise apayrıdır. Anlatamamak, anlamamaya delil değildir. Güzel yemek ve resim yapamayan, onları anlamıyor demek değildir.
Bu cümleden olarak, aynı dâvâ, aynı fikir, aynı meslek, aynı meşrep, aynı metot etrafında; her ne kadar herkes, tâm mânâsıyla düşüncelerini anlatamazsa da; doğruyu-eğriyi birbirinden ayıracak vasıftadırlar.
Meşveret edilen şey zaten teferruâttır, tercihâttır, maksattır, tatbikattır.
Bu hususları anlamak ve o konuda sağlıklı karar vermeye cehâlet veya meselesini anlatamama engel değildir. Meselâ, biriyle üzümü paylaşırken, paylaşanların hak ölçülerine riâyet etmeleri için ille de âlim ve üzüm yetiştirme konusunda uzman olmaları gerekmez.
Hele, meşveret edilen şey, o insanların yıllardan beri iştigal ettikleri ve uygulamaya çalıştıkları hususlar ise, isâbetli düşünme ve karar almaları daha da kolaydır.
- Üçüncüsü, meşveret üyeleri meseleleri bilmiyor, gerçekten etki altında kaldıklarını farz edelim. Durum böyle ise de fark etmez. Çünkü, öyle veya böyle, eldeki meşveret kumaşı budur. Daha önce gördük ki, en kötü meşveret, en iyi tek seslilikten, keyfîlikten, diktatörlükten çok daha iyidir. Yapılacak şey, yardım ve desteklerimizle kaliteyi yükseltmektir.
Şu halde, bu üç şıkta da bir şey lâzım gelmez. Yâni, meşveret meşrûdur, endişeye mahâl yoktur. Zaten meşveret hâkim olursa, hile ve aldatma giremez. Mânen de girmemesi icâp eder. Çünkü meşveret İlâhî bir emirdir. Şûrâ, bir şahsı mânevîdir. Elbette mânevî bir ağırlığı, bir ulviyeti olmalıdır.
Bir nefer, uzun zaman kendisini yüz başı, albay olarak kabul ettiremez. Evet, “Meşveretin hüküm sürdüğü yerde bâtıl hak sûretini giymekle fikirleri aldatamaz”1 bir esaslı hakikattır.
Şayet, “Aldatıyor” diyen olursa, ki, bunlar da meşverette söyleniyorsa, mesele orada tevazuh eder ve yanlış ortaya çıkar, düzeltilir. Zâten meşveretin mânâ ve ruhu budur. Eğer, dışardan bir kısım şahıslar veya kümeler bunu iddiâ ediyorsa; yukarıdaki hükmün mânâ-yı muhâlifiyle, “Meşveret hüküm sürmediğinden yanlış ve hissî değerlendirmeleri hak sûretine girip aldatmaya çalışıyorlar” demektir.
Farz-ı muhâl olarak, meşveretten yanlış karar çıksa da, zamanla ortaya çıkar, ikinci bir meşverette düzeltilir. Eğer düzeltilemiyorsa, henüz ekseriyet böyle düşünmeye devam ediyor, görüşünü değiştirmeyi düşünmüyor veya o seviyeye gelmemiş demektir.
Bir şahıs, meşveretten daha öne geçebilir mi? Meşveret anlayışı ve cemaat şuûruna göre hayır. Çünkü, bir şahıs iki göz, iki kulak, bir akılla düşünür. Meşveret, on-yüz göz, kulak ve akılla düşünür.
Bir şahsa göre, yanlış olan bir şey düzeltilmiyorsa, onun hükmü nedir? O zaman, zindan-ı atâlete atan sebeplerden birisinin üzerinde ısrar ediliyor demektir:
“Sonra da medenî-i bittâb olduğundan ebnây-ı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infirâdî (ferdî düşünce) ve tasavvur-u şahsî (şahsî tasavvurlar) karşı çıkar.”2 Yâni, meşveretin, ekseriyetin düşünce ve görüşlerine hürmet ve onları kabul edip tatbik etmek yerine, kendi indî veya isâbetli (!) görüş ve düşünceleri üzerinde ısrar etmek demektir. Bu ise, cemaatin, meşveretin, birlik ve beraberliğin ruhuna zıttır.
Dipnotlar: 1-Muhâkemât, s. 33.; 2-Münâzârât, s. 137
15.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|