Ankara’nın sınırötesi operasyona odaklandığı ve hükûmetin dış politikayı ABD’ye endekslediği esnada açıklanan Türkiye’nin AB İlerleme Raporu, ABD ile AB arasındaki farkı ortaya koymakta.
“Stratejik müttefik” dediği Türkiye’ye, âdeta şantaj yaparcasına, kaçırılan sekiz askeri silâhlı peşmergerle Kuzey Irak’ın “istihbarat başkanı” ve “içişleri bakanı” aracılığıyla terörist başının fotoğrafları gölgesinde tutanakla teslim edip, terör örgütünün propagandasına fırsat verdiren ABD, hâlâ Ankara’yı oyalama peşinde.
Buna karşılık AB, baştan beri PKK’yi “terör örgütü” görüyor. İçindeki onca saptırmaya mukabil, ABD’nin Irak işgalini ve İsrail’in Filistin’deki zulmünü haksız buluyor. İran’ın nükleer enerji üretimine karşı çıkmıyor.
Ne var ki, ABD ve uluslararası şebeke, AB’yi rahat bırakmıyor. Yahudi lobileri, AB’yi de ABD gibi küresel güç ve sermayenin kontrolüne sokmak için sürekli ajitasyonda bulunuyor.
Bu bakımdan Türkiye’nin, vatandaşlarını korumasını anlayışla karşıladıklarını belirten AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in, Türkiye’nin Irak’ın merkezî hükûmetiyle birlikte hareket etmesini istemesi oldukça önemli.
Çünkü bu perspektif, Irak’ın toprak bütünlüğünü ve Türkiye’nin bin yıllık inanç, tarih ve kültürü paylaştığı komşularıyla işbirliğini esas alıyor...
* * *
Ne var ki, Bush’un “PKK düşmanımızdır” sözünü manşete çıkaran medya, AB’den gelen bu “olumlu” beyânın üzerinde durmuyor. Oysa AB’nin bu tespiti, Avrupa’daki bütün çarpıtmalara karşılık, akl-ı selimin öngürüsünü öneriyor.
Özellikle, daha İçişleri Bakanı iken, Fransa’daki Müslümanlara karşı tahriki başlatan, okullarda başörtüsünü yasaklatan Selânikli Yahudi Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin, eski İngiltere Başbakanı Blair’den boşalan “Bush’un finosu makamı”nı alacağı söylentilerinin yayıldığı bir sırada, Rehn’in bu ifâdeleri, AB’nin hâlâ yanlışa gelmediğini gösteriyor...
Gerçek şu ki, Türkiye’nin vizyonuyla ABD’nin menfaatleri birbirine uymuyor.
Yüzbinlerce sivile ilâveten en son aralarında çocukların ve milletvekillerinin de bulunduğu doksan sivilin öldürüldüğü Afganistan’daki ve bir milyon insanın katledildiği Irak’taki ABD çıkar savaşıyla, Ankara’nın bölgedeki barış ve kardeşlik inisiyatifi tamamen birbirine zıt.
ABD, tıpkı İngiltere gibi, Türkiye’yi de AB içinde bir “truva atı” konumuna sokmak emelinde. Bunun için AB içindeki “AB ve Türkiye karşıtları”, Bush yönetiminin 11 Eylül olayları bahanesiyle başlattığı “terörle mücadele” perdesinde Müslümanları töhmet altına bırakıp kıskaca almaya zorluyor.
AKP hükûmetinin “Leyla Şahin dâvâsı”nda Türkiye’de başörtüsünü gerginlik sebebi ve laikliğe aykırı saymasıyla şaşırtılan AİHM’nin garip kararında olduğu gibi, topyekün Müslümanları “tehlikeli” ve “terör potansiyeli” gören Yahudi lobisinin Amerikan yönetimine enjekte ettiği zihniyet, ne yazık ki zaman zaman AB içinde de etkili oluyor.
AB’nin demokrasiyi, insan hak ve hürriyetlerini önceleyen, vatandaşlarının inançlarını yaşaması ve dinî özgürlükleri rahatça kullanılmasıyla eğitim hakkını belirleyen temel değerlerine rağmen...
* * *
İlerleme Raporuna göre, Türkiye’de reformlar duraklamış. Ankara’nın 301’e indirgeyip inad ettiği insan haklarında hâlâ ciddî eksiklikler var. Darbelere gerekçe edilen meşhur “iç hizmet kanunu” ve MGK yasaları hâlâ yeterince değiştirilmemiş. Askerî harcamalar sivil denetime tabi değil...
AB Türkiye’nin başta Kopenhag siyasî kriterleri olmak üzere demokratikleşmede daha ileri gidilmesi ve reform sürecine hız verilmesini istiyor.
Doğrusu, Avrupa Komisyonu’nun bu taleplerinde haklılık payı var. AKP hükûmeti son iki yıldır ciddî bir reforma imza atmış değil.
Çıkarılan bazı uyum yasaları da büyük ölçüde budanarak, âdeta şekilde bırakıldı. Sonuçta, uygulamada hâlâ insan hakları ihlâlleri devam ediyor. Sırf düşüncesinden dolayı gazeteci ve yazarlar yargılanıyor. Siyasetin demokratikleşmesi için siyasî partiler ve seçim kanunları çıkarılmış değil...
Bütün bunlara rağmen, AB’nin iki başlıkta müzâkere sürecini açmasının sembolik değeri var. Ve özellikle Rehn’in Türkiye’yi onaylayan ifâdeleri oldukça önemli...
Ankara, AB’den zaman zaman gelen menfî sapmaların, AB’den değil, “AB içindeki ABD’ciler”den geldiğini bilmeli. Sarkzy ve Merkel gibilerin AB’yi temsil etmediğini görmeli; AB’nin demokrasi ve insan hakları üzerine inşa edilen temel esaslarına bakmalı...
Hükûmet, uluslararası zeminde AB’nin bu olumlu bakışını değerlendirmeli. ABD’nin emr-i vakilerle bölgeye yönelik kargaşa ve kaos getiren karıştırıcı projelerine karşı, AB’nin demokrasi, barış ve özgürlükler projesini esas almalı.
ABD’ye yoğunlaşırken AB’yi ihmal etmemeli...
08.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|