Recep Tayyip Erdoğan, Oval Ofis çıkışında ve öncesinde sürekli olarak bazı Batılıların teröre terör demediklerinden yakındı ve bazılarının da teröre terör dedikleri halde icabını yapmadıklarını ve önlem almadıklarını söyledi. Dışişleri Bakanı Babacan şark seferinde de aynı şeyden yakınmıştı. Özellikle de Bağdat’ta ‘ teröriste terörist demiyorlar’ diye kuzeydeki Kürt bölgesi yönetimine çıkışmıştı. Bu yakınmaların haklı gerekçeleri var. Bu gerekçeleri başkaları da paylaşıyor. Sözgelimi Today’s Zaman’ın bir haberinde, Sosyalist hükümet döneminde alınan bir karar nedeniyle PKK militanlarının Türkiye’ye iade edilmediği ve aksine serbest bırakıldıkları hatta Rıza Altun gibilerin serbest bırakıldıktan sonra Kuzey Irak’a giderek PKK unsurlarına iltihak ettikleri yer aldı. Ahmet Gülabi Dere ve Canan Kurtyılmaz gibi isimler Türkiye’nin ısrarla taleplerine ve haklarında İnterpol tarafından kırmızı bülten çıkartılmasına rağmen ellerini kollarını sallayarak Fransa’dan ayrılmışlar ve kendilerini PKK’nın üslerine atmışlar. Bu işbirliğinden kaçınmanın nedenlerini en iyi izah edenlerden birisi de Milliyet’te Kadri Gürsel oldu. Bunu şöyle izah etti: “PKK karşısında pasif davranan batılıların şuuraltında PKK’nın hedeflerinin meşruiyeti yatmaktadır. PKK’nın hedeflerini meşru addedince; silâhlı yöntemini de meşru görüyorlar...” Yani Türkiye’yi bölme hedeflerini meşru görünce onun bir vesilesi ve aracı olarak silâhlı eylemlerini de meşru görmüş oluyorlar. Fiiliyat da bunu ortaya koymaktadır. İşbirliğinden kaçınmalarının ve istinkaf etmelerinin başka anlamı olabilir mi, bilemiyorum ama tarihi vetire ve süreç Kadri Gürsel’in analizini doğrular niteliktedir. Nitekim, birçok internet sitesinde de yayınlanan James Carroll’un ‘ABD Türkiye’nin umutlarını bitirdi’ yazısı da bunu açıkça ortaya koymaktadır. Batı hâlâ Türkiye’nin bölünmesine ideolojik olarak yaklaşıyor.
***
Bunun gerisinde Türk fobisi var. Türk fobisi de son sıralarda yükselen İslâm fobisinin sadece bir parçasıdır. Hatta büyük dilimidir. Türk fobisi Türkiye’ye medeniyetler arası köprü misyonu atfeden yaklaşıma da terstir. Ve gerekirse bunu da rafa da kaldırabilir. Tarihi perspektiften Prof. Mustafa Soykut da aynı vurguyu yapmaktadır. Türk fobisi aslında İslâm fobisinin alt basamaklarından birisi veya büyük parçasıdır (Sunday’s Zaman 4 Kasım 2007). Onu yeniden böldüğünüzde aslında İslâm dünyasının son aktörünü de ortadan kaldırmış olursunuz. Yahya Kemal Beyatlı’nın vurguladığı gibi hâlâ Türkiye’nin ruhu hâlâ İslam’ın son ordusudur. James Carroll’un açıkça yazmasa da ima ettiği husus da budur. Türk fobisi depreştiğinde bu onu hedef alan teröre destek olarak geri dönmektedir. Bu anlamda, PKK’nın enternasyonalist bir yapı ve çekim merkezi olması da bunun ispatıdır. El Hayat gazetesinde Kandil’de PKK temsilcileriyle gerçekleştirilen bir mülakatta itiraf edildiği gibi, Kürtlerin dışında gayri müslim unsurlar da PKK cephesine eleman devşirmektedir. Demek ki, İslâm fobisinin bir parçası olarak Türk fobisine karşı enternasyonalist bir hamle var. Buna şer ittifakı da diyebiliriz. Umran dergisinin Kasım 2007 sayısında D. Mehmet Doğan ‘Tarih dersleri’ adlı makalesinde de bunun tarihi ayaklarını gayet vazih ve net bir şekilde ortaya koymuştur. Dolayısıyla Ermeni meselesinin yerine PKK meselesi ikame edilmiştir. Tek fark, PKK’nın dayandığı tabanının Müslüman kitle olmasıdır. İslâmî kimlik sorununu aşabilmek için de onu asli ve temel kimliğinden uzaklaştıracak yöntemler takip edilmektedir. İslâmın birleştirici unsuruna karşı kullanılan yöntemlerden birisi beynelislâm yabancılaşmayı temin eden milliyetçilik zehirlenmesidir. Milliyetçilik zehirlenmesi İslamın üzerine kapatıyor ve örtüyor. Mehdi Zana gibiler zaten bunu açıkça dile getirdiler. Onun ötesinde İslâmî kesimler Kuzey Irak da dahil olmak üzere bölgede milliyetçi unsurların mevzii de olsa misyonerlerle işbirliği yaptığını ve İslâmî tebliğ faaliyetleri ön izne tabi iken misyonerlerin bundan muaf tutulduklarını söylüyorlar.
***
Demek ki, iki yüzyıldan beri devam eden Osmanlı’nın tasfiyesi sürecinde kullanılan malzemelerden birisi Ermeni milliyetçiliği idi. Bu Hıristiyanlık asabiyetine bulandırılmış idi. Bunda araç olarak Hıristiyanlık kullanılmış ve bu yolla Batı ve Rusya imdada çağrılmıştır. Onun yerini alan ve PKK aktörlüğünde devam eden tasfiyenin bugüne bakan yüzünde ise Ermeni milliyetçiliğinin veya ‘Hıristiyanlığın’ yerini milliyetçi zehirlenmenin aldığını görüyoruz. Ama Aytaç Yalman ve Kenan Evren’in de itirafında olduğu gibi burada Türk tarafının da benzeri hataları olmuştur. Dileriz bu hatalar öldürücü olmamıştır. Netice itibarıyla, milliyetçilik zehirlenmesi Kürtlerin ana ve asli kimliğini aşındırıyor. 30 yıl öncekiyle günümüze bakmak kâfi. Bunda kabahatlardan biri de Türkiye’yi yanlış idare edenlerindir. İtiraflar da bunu göstermiştir.
09.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|