Seçimin üzerinden dört ay geçti. Geldiğimiz nokta durgun bir görüntü veriyor. Haftalardır etrafında dönüp durduğumuz konular belli:
Terör, şehit cenazeleri, sınırötesi operasyon ve nihayet DTP hakkında açılan kapatma dâvâsı.
Beşağaç ve Gabar saldırılarında verilen şehitler, sınırötesi operasyon tezkeresinin Meclisten geçirilmesini netice verdi. Dağlıca saldırısı ise Türkiye’yi tezkereyi kullanarak hayata geçirme baskısıyla karşı karşıya bıraktı. Ancak olmadı.
Sınırötesi operasyonun medya gündemine gelmesinden bu yana Kuzey Irak’taki terörist mevzilerinin bombalandığına, hattâ karadan da sıcak takip yapıldığına dair çok haber uçuruldu.
Son olarak geçtiğimiz günlerde yine operasyonun başlatıldığını iddia eden manşetler atıldı.
Ama Genelkurmay da, hükümet de, Pentagon da bu yöndeki haberleri yalanladı. Medyanın tutumuna ise mantıklı bir izah getirilemedi.
Kimbilir, belki sınırötesi operasyonu da sulandırmayı amaçlayan bir psikolojik harekât var.
Bu arada, Dağlıca olayı ile ilgili olarak hükümetin talebi ve RTÜK’ün kararı ile konulan, ama Danıştay’dan dönen yayın yasağı, kaçırılıp geri verilen sekiz askerin tutuklanması sonrasında bizzat askerî mahkeme tarafından tekrar yürürlüğe konuldu. Ama bu kez kimsede tık yok.
Öte yandan, ikisi korucu yedi kişinin kaçırıldığına dair haberlere de anlaşılmaz bir ilgisizlik var. Haber mi doğru değil, yoksa onun için de adı konulmamış bir yasak mı uygulanıyor?
5 Kasım’da Beyaz Saray’da gerçekleşen Erdoğan-Bush görüşmesinden sonra oluşan iklimin, o günlerde yapılan “kararlı” açıklamaların üzerinden zaman geçtikçe, daha sakin bir havaya dönüşmekte olduğu da dikkat çeken bir diğer ilginç gelişme.
Önce Talabani’nin, ardından Barzani'nin “sınırlı bir operasyon” beklentilerini dile getirip buna karşı çıkmayacakları mesajını vermeleri de.
Görünen o ki, neredeyse iki aydır onunla yatıp kalktığımız sınırötesi operasyon meselesi tavsamış durumda. Bunu “Hükümet krizi iyi yönetti” diye yorumlayan da var, sürecin yine ABD’nin istediği raya oturduğunu söyleyen de.
Sınırötesinde gelinen nokta bu olunca, terörle bağlantılı bir iç siyaset konusu olarak DTP hakkında açılan kapatma dâvâsı, sürecin içeriye dönük beklenen bir uzantısı olarak algılandı.
Ama bu girişim, öncekilerden farklı olarak kamuoyunda destek alamadı, aksine eleştirildi.
Ardı arkası gelmeyen şehit cenazelerinin teröre tepkileri canlı tuttuğu ve DTP’nin bu bağlamda “Mecliste PKK istemiyoruz” sloganlarına hedef olduğu bir ortamda bulunulmasına rağmen, parti kapatma girişimi sıcak karşılanmadı.
Eleştirilerde, özellikle 1994’te benzer bir ortamda DEP’in kapatılıp milletvekillerinin Mecliste karga tulumba içeri tıkılmasının ve bazılarının on sene içeride tutulmasının Türkiye’ye birşey kazandırmadığı, aksine gereksiz yere çok şey kaybettirdiği yönündeki tesbitler dile getirildi.
DTP’nin doğrudan İmralı talimatları ile hareket ettiğine, isim babasının dahi bizzat Apo olduğuna dair bilgiler dahi durumu değiştirmedi.
Yasakçı anlayışın DTP-PKK’ya hak etmediği bir güç kazandıracağı, mücadelenin siyaset zemininde verilmesi gerektiği kanaati öne çıktı.
Galiba artık farklı bir dönemin eşiğindeyiz.
20.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|