Eski Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanlarından, emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın sözünü ettiği “kart-kurt” hikâyesini bundan yirmi sene önce kamuoyu gündemine taşıyan ilk yayın, Köprü dergisinin imzasını taşıyor.
Derginin 1987 sayılarından birinde, Kara Kuvvetleri Komutanlığının bir yayını kaynak gösterilerek neşredilen “Kürt kelimesinin aslı, karda yürürken ayakkabının çıkardığı kart-kurt sesinden geliyor” iddiası, sonraki günlerde, o zaman Hürriyet’in orta sayfasında köşe yazıları çıkan Ahmet Altan tarafından işlenmiş, akabinde çok sayıda eleştirel yoruma konu olmuştu.
Buna mukabil askerî kanat suskunluğunu ve dahası yanlışta ısrarını yıllarca devam ettirdi.
Daha ötesinde ise, sivil siyaset kanadından gelen “Kürt realitesini tanıma” girişimlerinin tamamı, askerî cenah tarafından bloke edildi.
Ve “Türkiye Türklerindir” sözünde ifade edilen dışlayıcı zihniyet, Güneydoğu’nun dağlarına taşlarına yazdırdığı “Ne mutlu Türküm diyene” sloganlarıyla bildiğini okumayı sürdürdü.
Aytaç Yalman’ın kart-kurt hikâyesine atıf yaparak “Biz Kürt yoktur diye eğitilmişiz” itiraf ve ifşaatında bulunup, sosyal istekleri dahi “yıkıcı faaliyet” saymanın yanlışlığına vurgu yapması, böyle bir süreç ve arkaplan dikkate alındığında son derece ilginç bir gelişmenin işareti.
Bu itiraflar, şimdiye kadar askerî cenahta görmeye pek alışık olmadığımız türden bir özeleştirinin de ifadesi niteliğinde.
Ancak yine Yalman’ın telâffuz ettiği “Kürtleri asimile edemedik” ifadesi ise, Eser Karakaş’ın dikkat çektiği üzere, bu özeleştirinin samimiyetine gölge düşüren çok açık bir çelişki arz ediyor.
Bir de, “yıkıcı faaliyet” sayıldığı için reddedilen sosyal isteklerin Kürtçe konuşup Kürtçe şarkı türkü dinlemekle sınırlı tutulması işin bir diğer ciheti. Ve 12 Eylül’ün başı Kenan Evren’in “Kürtçeyi yasaklamakla büyük hata etmişiz” itirafı da bu bağlamda, sorunu bütün olarak kavramaktan uzak, lokal, mevziî ve çok sathî bir bakışın üstelik son derece gecikmiş bir ifadesi.
Böyle olunca, yapılan “özeleştiri”ler de basma kalıp olmaktan çıkamıyor, inandırıcı olamıyor, dahası “Hatadan dönmek fazilettir” sözündeki övgüden parsa kapma hesabıyla yapılmış yeni bir kurnazlık olduğu kuşkusu uyandırıyor.
Özellikle Evren’in sözleri bu kuşkuyu davet ediyor. Çünkü bir taraftan “Kürtçeyi yasaklamakla hata yaptık” itirafında bulunuyor, diğer taraftan Diyarbakır Cezaevindeki vahşetin sorumluluğunu hiç üzerine almıyor. “Ben devleti yönetiyordum, cezaevlerini değil” deyip işin içinden sıyrılıyor. Sanki cezaevleri ayrı bir devlet!
Oysa sözü edilen konular, toplumun ve hayatın tamamını içine alan bir bütünün parçaları.
O bütünün içinden küçük bir parçayı çıkarıp, “Orada hata yapmasaydık bu sonuç olmazdı” demek, yine akıl, bilim ve sosyal gerçeklerden çok uzak, yanlış ve yüzeysel bir bakışın neticesi.
Bu bakışın temelinde ise, Türk-Kürt veya sair unsurları ayırmadan halkın neredeyse tamamını düşman ve tehdit olarak gören; insan haklarına ve özgürlüklere zerre kadar saygısı olmayan; hileyle oturup zor kullanarak sürdürmeye çalıştığı iktidarını muhafaza telâşı içinde her türlü hukuksuzluğa tevessül eden o zihniyet yatıyor.
Bu kafa aşılmadan hiçbir yere varılamaz.
13.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|