Özcan Ünlü, Taceddin Ural, Şükrü Kamber, Ekrem Kaftan, Bedir Acar ve Özkan Bayhan kardeşlerim, Zaman Gazetesi’nde farklı dönemlerde birlikte çalıştığım, haberdeki kılcal damarlarım idiler…
İçlerinde Özcan Ünlü ve Ekrem Kaftan şiirle uğraşırdı. Bugün için; Özcan kardeşim “usta” sınıfında sayılacak çapta “serbest” mısralarıyla, “modern şiir” çerçevesinde ilerler, ciddî eserler üretirken, Ekrem Kaftan da hece ve aruzla yazarak aynı noktaya doğru hızla ilerliyor…
Hece vezniyle de tatmin olmayan Ekrem kardeşimin aruz ile yazdığını, bilmeyenler için şaşırtıcı ve özel bir not olarak söylemem gerek.
Yeni yayınlanan kitapları üzerinde bir şeyler söylemeden, yazdığı güzelliklerden örnekler sunmadan, yayınlanan ilk kitabıyla ilgili bir anıya dönmek istiyorum. Bu anıyla, Ekrem kardeşimin kişiliğini öğrenmek de mümkün olacak çünkü…
“Beyaz Zambak Gölgesinde” isimli şiir kitabı, 1997’nin ilk günlerinde Denge Yayınları tarafından yayınlanmıştı.
Çok sevgili bir başka kardeşim de bu kitabın çıkışını haber veren tanıtım yazısına; “Divan şiirini uyandıran şair” başlığını atmıştı… Ekrem kardeşime destek ve moral vermek isterken yazısına; “Yahya Kemal, ‘Divan şiiri benimle bitti’ demişti. Divan şiiri bitmedi ama eskilerin tabiriyle ‘ küçük ölüm’ denilen uykuya dalmıştı. Onu, başka bir söyleyişle, yenilenmiş bir ruh haliyle uyandıran Ekrem Kaftan adlı genç şair oldu.” diye başlayan kardeşim daha sonra şunları da yazmıştı: “ Peygamber’i, aşkı anlatırken, Fuzuli’yi, Dede Efendi’yi ve diğer büyük divan üstadlarını hatırlatıyor.”
Bu yazılanları okuyunca, Ekrem kardeşimin; “Muhterem üstadım Abdurrahman Şen Ağabeyime tenkidlerini esirgememesi dileğiyle” deyip, 6 Şubat 1997 günü imzalamış olmasından da aldığım cesaretle (!) şu minvalde bir şeyler yazdım: “Ekrem kardeşim… Serbestlik ardına gizlenip bir şeyler karalayanlardan olmayı seçmeyip de hecenin yanı sıra aruzla da şiir yazmaya çalışman başlı başına tebrike şâyan.
Ancak… Elbette yanında yörende benzer tarz yazanlar olmamasının zorluklarını yaşayacaksın. Çok zor bir yolda yazdıkların hiç de fena değil ama… Sen, seni metheden, divan şiirini uyandırdığını, Fuzuli’leri hatırlattığını söyleyenlere de inanma… Onlar sana kuru gaz veriyor. Sen/ biz kiiiim, divan şiirini bir iki kitapla uyandırabilmek, Fuzuli’lere eş değer olabilmek kim! Onun için bu gazların sana moral vermek için olduğunu, daha yolun başında bulunduğunu ve son derece normal olarak çoook eksiğinin olduğunu bil yeter… Eksiklerini bilerek yola devam edersen ustalık mesafeni kısaltırsın…”
Yazım yayınlandığında arayan kimi dostlarımız, Ekrem Kaftan’ın bana güceneceğini iddia ettiler… Ben ise “göreceğiz!” demekle yetindim. Birkaç gün sonra bir ortamda Ekrem kardeşimle karşılaştık… Yazıdan haberdâr olanların, “şimdi n’olacak bakalım!” bakışları arasında, her zamanki saygılı tavırlarıyla yaklaşan Ekrem kardeşim; “ Ağabey sağol… Bana verilen bütün unvanları almışsın ama ayaklarımı da yere değdirdin. Beni bu şekilde ancak sen uyarabilir ve yol gösterebilirdin… Çok sağol.” deyiverdi…
Çevredekilerin kimi şaşırdı kimi de yaşanan olayın büyüsünü hissetmeye çalıştı. Öyle ya… Yayınlanmış bir kitabı eleştirilen şair, eleştiricisine teşekkür ediyordu.
Sonra “eleştiri” kelimesinin gerçek anlamı, “eleştiri-hakaret” sınırı üzerine uzun bir sohbete daldığımızı da hatırlıyorum…
İşte şimdi aradan 10 sene geçmiş durumda… Tabi bu arada Ekrem kardeşim de boş durmadı… Hemen 2 yıl sonra Ayışığı Kitapları arasında “Gülistanbul” isimli İstanbul şiirlerini yayınladı. Bu defaki imzasında; “Muhterem ağabeyim ve dostum Abdurrahman Şen’e… Tenkidlerini insaflı yapması dileğiyle…” diyordu… Mesaj karşılıklı olarak alınmıştı!
Ekrem Kaftan kardeşimin 3. şiir kitabı da İstanbul konuluydu ve “Yâristanbul adını taşıyordu. “Nesil yayınları’ndan çıkan bu kitabını da; “Sevgili ağabeyim, şeyhim Abdurrahman Şen’e daima yanımda olarak elimden tuttuğu için şükran ve muhabbet hislerimle.” diyerek imzalamıştı ve şair abartmasından örnek veriyordu sevgili kardeşim…
Bu arada “Kâfi” mahlasını da kullanmaya başlayan Ekrem kardeşimin Yüzakı Yayıncılık’tan “Sebebi Sensin”, Eylül Yayınları’ndan da “Bâd-ı Sabâ’ya…” ve yine İstanbul üzerine yazdığı şiirlerden oluşan “Son İstanbul şiirleri” isimli kitapları yayınlandı.
Sarmaşık Dergisi’ni yayınlarken her sayıya bir Ekrem Kaftan şiiri mutlaka koymaya çalıştım. Bir sayıda da “ayın şairi” olarak değerlendirdik Ekrem kardeşimin şiirlerini…
“Bâd-ı Sabâ’ya” kitabının girişindeki şu satırlar, Ekrem Kaftan’ın şiir yolculuğunun nasıl dolu dolu ve yeşerirken yeşerterek, gelişirken geliştirerek, olgunlaşırken olgunlaştırarak sürüp geldiğinin de anahtarı gibi: “Millet olarak büyük işler yaptığımız yüzyıllarda büyük şiirler yazdık. Aşk, bizim için sürekli yaşadığımız ve hiç kaybetmediğimiz ulvi bir duygu idi. Sevdiğimiz her şeyi aşk derecesinde sevdik, yaptığımız her işi aşkla yaptık. Bizi zaferlere götüren hep aşkımızdı. Ne zaman ki aşkımız yön değiştirdi ve kaybolmaya yüz tuttu, sürekli geriledik, küçüldük, ezildik. Şiirimiz ve san’atımız da aynı oranda geriledi ve küçüldü. Yunus Emre’yi, Mevlânâ’yı, Sinan’ı, Baki’yi, Nefi’yi, Nedim’i, Şeyh Galib’i yetiştiren milletimiz, aşkını kaybettikçe küçük sözlerle büyük mutluluklar yaşamaya çalışır hâle geldi. Aşkımızı kaybettikçe hayata bakış açımız daraldı. Eşyanın hakikatini merak etmez olduk. Gözümüzün önündeki güzellikleri bile göremez olduk. İç dünyamız da dış dünyamız da bize adeta kapandı. Böyle bir hayat içinde şiirin yeri de elbette hemen hemen hiç kalmadı. Herkes küçük zevklerle mutlu olmanın mümkün olduğunu düşünmeye başladı. Kalbimizin ve gönlümüzün ihtiyaçlarını fark etmez olduk.”
İşte bir insanda hele hele bir şairde bu şuur söz konusu olunca; “Ezel ve ebed içre gönlümde yâr İstanbul / Gönül verip sevdiğim, gönlümü yâristan bul / Düşersem yârden ayrı yalnız sana düşeyim / âğyara meyledersem, gönlümü yâr İstanbul” mısralarının da o şaire yakıştığını görüyoruz.
Dilini daha güncelleyen, tamlamalardan uzaklaşan, konularını zenginleştiren bir Ekrem Kaftan’ın, elbette Fuzuli ya da Yahya Kemal kadar olmasa da edebiyat tarihimizde kendine has özel bir yeri olacak… Bana da; “şair Ekrem Kaftan var ya… Biz onunla birlikte çook çalıştık” demek güzelliği kalacak… Kalemine kuvvet sevgili kardeşim… Sevgisizlik dünyasında senin gibi sevgi dolu yüreklere çoook ihtiyaç var.
Devam kardeşim… Aruzla, heceyle yazmaya devam… Sevmeye, aşka devam! Bütün sevgisizliklere, düşmanlıklara inat!
18.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|