İçinde yaşadığımız zaman dilimi içinde İslâmiyet’e yapılabilecek en büyük kötülük onu “kan dökücü” olarak göstermektir. “Men katele nefsen…” diye başlayan âyette Cenâb-ı Allah “Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir” buyurarak insan hayatının kutsal olduğunu emretmektedir. Kaldı ki insan kendi canına dahi kastedemez, zirâ intihar etmek en büyük günahlardan sayılmıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse “Allah’ın verdiği canı Ondan başka kimsenin almaya hakkı yoktur”
Peki, “Savaşlarda akan kan ne olacak?” diye bir sual akla gelebilir. Şunu unutmamak gerekir ki “hidayet; Allah’tandır”. Hiçbir kimse diğer bir insanı Müslüman yapamaz. Fakat Müslüman olmasına vesile olabilir. İslâm Peygamberi olan Hazret-i Muhammed’in (asm) güzel ahlâkını yaşayarak İslâm’a giren pek çoktur. Bununla birlikte kılıç zoruyla yani işgal ve zorbalıkla din değiştirmeye zorlamak dinimizce yasaklanmıştır. Zaten tarih ciddî bir şekilde incelendiği takdirde İslâmiyet’in daha çok ticârî ilişkilerin gelişmesi ve güzel ahlâk sayesinde yayıldığı ortaya çıkacaktır.
İslâmiyet’in ilk yıllarında yapılan savaşların tamamı savunma harpleridir. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları İslâmiyet’i ortadan kaldırmak üzere Mekkeli müşriklerin organize edip saldırdıkları savaşlardır.
Bu savaşlardan sonra Hudeybiye Barışı imzalanmıştır ki bu anlaşmaya bazı büyük sahabeler “Aleyhimizde çok ağır hüküm içeriyor” gerekçesi ile karşı çıkmışlardı. Fakat İslâm kelimesinden de anlaşıldığı gibi dinimiz barış, sulh ve esenlik dinidir. Peygamberimizin de (asm) aksine bir tavır içinde bulunması yani savaşı körüklemesi düşünülemezdi. Nitekim başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere bütün İslâm önderleri ve evliyası barışçı olmuşlardır.
Burada “fetih” kavramı üzerinde dikkatlice durmak gerekir. Açmak, ortaya çıkarmak anlamı taşıyan fetih kelimesi asla işgal ve zorbalığı içermemektedir. Olsa olsa sulh antlaşmalarındaki hükümleri reddeden toplumlara ceza verilmesi ve gerçek barışın tesis edilmesi amacı ile savaşları kapsayabilir. Yine kısa bir şekilde ifade etmek gerekirse bazılarının ileri sürdükleri gibi “kızıl elma” hikâyelerinin dinimizde yeri yoktur.
Bu hususla ilgili olarak Hazret-i Ali’nin (as) savaş esnasındaki mühim bir kıssasını hatırlamakta yarar vardır. Hazret-i Ali, düşman askerini yakalayıp son darbeyi vuracağı esnada yüzüne tüküren askeri öldürmez, yakalayıp esir eder. Bunu niçin yaptığını soran düşman askerine Hazret-i Ali’nin verdiği cevap, konumuzu çok açık bir biçimde belirlemektedir. “Ben seni Allah emrettiği için öldürecektim. Fakat sen bana tükürdün, işin içine nefsim karıştı. Eğer seni öldürmüş olsaydım katil olabilirdim” meâlinde bir cevap vermiştir. Bunu gören düşman askeri “Madem sizin dininiz bu kadar halistir ben de Müslüman oluyorum” diyerek ihtida etmiştir.
İşte çok büyük dersler alınması gereken bu olayda İslâm dininin ne derece hassas ve ince kurallar içerdiği ortaya çıkmaktadır. Bırakın sulh zamanında insan öldürmeyi, savaşta bile şahsî garaz ve kinle kimse öldürülemez.
Bu arada tarihten yüzlerce, binlerce örnek getirilebilir. Bu noktayı yerimizin darlığı gerekçesi ile geçip günümüze gelmek istiyorum.
Komünizmin yıkılması ve soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte bir ara dünya üzerinde barış rüzgârları esmeye başladı. Fakat bu durumdan savaş tacirleri ve silâh sanayicileri derin endişeye kapıldılar. Hemencecik bir düşman bulmaları gerekiyordu. Ne yazık ki daha önce kan akıtmada kullandıkları ve zahiren Müslüman görünen bazı katilleri bulmakta gecikmediler. 11 Eylül ve benzeri terör saldırılarında kullandıkları tetikçileri bu sefer “İslâmiyet’in kan dökücü bir din” olduğu propagandasında kullanmaya başladılar. Bu sayede savaşlar yeniden başladı. Yeryüzünün çeşitli yerlerinde ama özellikle Müslümanların yaşadığı coğrafyada kan dökülmesine hızla devam edildi. Örnekler çok olduğu için detaya girmiyorum. Fakat üyesi olduğumuz NATO’nun böyle bir propagandaya âlet olması ve Müslümanları “potansiyel tehdit” olarak öngörmesi tarihin içine düşmüş olduğu en büyük yanılgılardan birisi olmuştur. Burada görevli asker ve diplomatlarımızın aksine bir gayret içinde bulunmaması tarihin ibret dolu sayfalarında yerini almıştır.
Nasıl ki ilim, “Müslüman’ın yitik malı” olduğu halde düşmanı imiş gibi gösterilmişse bu sefer barış dini olan İslâmiyet; savaşları isteyen, kan dökücü bir din olarak gösterilmeye başlanmıştır. Bu zamanda yapılabilecek en önemli gayret bunun aksini yani İslâmiyet’in barış ve kardeşliği emrettiği gerçeğini ortaya çıkarmaktır. Bunun için Bediüzzaman’a ve eserlerine şimdi, öncekinden daha fazla muhtaç ve mecburuz. Allah, bütün Müslümanları küçücük çıkarlar uğruna kan dökmeyi amaç edinenlerin şerrinden muhafaza eylesin…
20.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|