Irkçılık öyle netâmeli bir duygudur ki, ırkçılar bile ona sahip çıkmamaktadır. Gerçekten ırkçı olanlara bile sorsan, “Yok, biz ırkçı değiliz” diyeceklerdir. Herkes nedense kendi milliyetine sahip çıkmakta, kendini haklı bulmaktadır. Bazıları ırkçılık yerine milliyetçilik kelimesini kullanarak meş’um duygularına bir haklılık kazandırmak istemektedir. Oysa milliyeti, yani unsuriyetçiliği öne çıkaran herkes aslında bal gibi ırkçıdır.
Hem kendi ırklarını bütün ırklardan üstün görecekler, hem de biz “Irkçı değiliz” diyecekler. Hem damarlardaki kandan, soylarının yüceliğinden dem vuracaklar, hem de “Irkçı değiliz” diyecekler. Kimse kimseyi kandırmasın, bu zamanda kimlerin ırkçı olduğu, kimlerin olmadığı açık bir şekilde ortadadır.
İyilik duygularına göre insanları değerlendirenler, herkese insan olarak değer verenler, kim olursa olsun zalimin karşısında, mazlumun yanında olanlar, Yaratandan ötürü yaratılanı sevenler ırkçı değildirler. İnsanlara zararlı olanları sevmeyen, toplumun huzurunu kaçıranlara hoşgörü ile bakmayan ırkçı değildir.
Kim olursa olsun ırkını öne çıkaran, dini ikinci ve hatta daha geri plana atan, ırkçı duygulara düşman olduğu için dinî duygulardan haz etmeyen ırkçıdır. Şüphesiz İslâm toplumlarındaki ırkçılar daha açık bir şekilde sırıtmaktadırlar. Çünkü İslâmiyet ırkçılığı, millî duyguları ön plana çıkarmayı yasaklamaktadır. İslâmiyet insanlara insan, inananlara da inanmış kişiler olarak değer vermektedir.
Rabbimiz, Kur’ân-ı Âzimüşşan’ında “Muhakkak ki, Mü’minler kardeştir” diyerek kardeşliğin sınırlarını çizmiştir. Bu demektir ki, Allah’a ve Onun yüce Resûlüne iman edenler, İslâm ve iman esaslarını tümüyle kabul edenler kardeştirler. Bu hükmü ortaya koyan, var olan her şeyi yaratan Kâinatın Sultanıdır.
Açık İlâhî hükümlere rağmen Müslüman olduğu halde ırkî duyguları öne çıkaranlar, kendi ırkından olmayan Müslümanlara düşman duygular besleyenler büyük bir fitnenin baş aktörleridirler. Bunlar bütün meselelere dünyevî açıdan bakmakla, dünyada ebedî olarak yaşayacağını vehmetmekle imtihanı kaybetmektedirler.
İnsanlar, Yaratıcının ortaya koymuş olduğu kardeşlik ölçüsünü kabul etmemekle büyük nankörlük etmektedirler. Elbette bizleri yaratan bizden daha iyi, kimlerle kardeş olduğumuzu bilecektir. Allah’ın vermiş olduğu hayat ve vücut nimetini Onun rızası dışında kullanmak, Firavunane duygularla kendinde bir güç ve sahiplik hissetmek büyük bir alçalıştır şüphesiz. Bu durum insanı insan olmaktan çıkarır.
Hâlık-ı Kerim tarafından biz insanlar için en büyük nümune-i imtisal ve bir insan-ı kâmil olarak gönderilen ve bizler için kurtuluşa gitmenin yolunu gösteren Allah’ın Yüce Resûlü (asm), “Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva (Allah’tan korkmak ve emirlerini yerine getirmek) iledir” diye buyurmasına rağmen ırk eksenli bir hayat yaşamaya çalışan Müslüman kimlikli insanlar, açıkça ellerine geçirmiş oldukları ebedî saadeti kazanma imkânını tepmektedirler. Kendi elleriyle kendilerini ebedî şekâvete atmaktadırlar.
Sadece dünya endeksli yaşamak isteyenler, ölümden sonraki hayatı düşünmemekte, onun için bir hazırlık yapma ihtiyacını hissetmemektedirler. Bu demektir ki, böylelerinin insânî duyguları dumura uğramıştır. Ölümü açık bir şekilde görmelerine rağmen bundan bir ders çıkarmayanların kalpleri mühürlenmiş, gerçeklere karşı gözleri kör, kulakları sağır olmuştur.
Ölümden sonraki hayatta insana bir faydası olmayan davranışlar ve düşünüşleri hayatına geçiren insanlar, dünyada yapılan hayır ve şer bütün davranışlardan hesap sorulacağını da düşünmek istememektedirler. Oysa eğer bu hayatın insan için bir önemi varsa, elbette bu hayatta kötülük işleyenler bir yerde yaptıklarının hesabını verecektir. Elbette bu dünyada işlenen iyiliklerin mükâfatının verilmesi adaletin gereğidir.
Bu kâinatı mükemmel bir şekilde yaratan ve insanları yaratılanların en mükemmeli olarak gönderen Yaratıcının elbette bir ebedî memleketi olacaktır. Orada ölüm olmayacaktır. Her şey gösteriyor ki, bu geçici dünya hayatı o ebedî hayatı kazanmak için, biz imtihana tabi olan insanlara verilmiştir. Önemli olan gören gözlere, işiten kulaklara sahip olmak, hisseden bir kalp taşıyabilmektir...
20.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|