“Sınırötesi harekât ” yapılsın ya da yapılmasın, Türkiye’nin terörle mücadelede eninde sonunda siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürül alandaki tedbirleri alması, Irak’la, Irak’ın kuzeyiyle köklü bir işbirliğine girmesi gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, şimdiye kadar ki yirmi dört “sınırötesi” ne kadar “bir ve pir olursa olsun” hiçbir operasyon netice vermez...
Bunun için sözkonusu âcil ve operasyonel tedbirlerle beraber derhal diğer köklü çârelere başvurulmalıdır. Terör belâsına karşı her türlü zecrî tedbirle birlikte, evvela mânevî bağlar üzerinde milletin birlik ve bütünlüğü sağlanmalı; terör belâsına karşı her türlü zecrî tedbir alınmalı.
Sınırın her iki tarafında, birliği ve kardeşliği zedeleyen, halkların arasını bozup husûmeti telkin eden zehrin panzehiri, “din birliği”dir. Ankara hiçbir komplekse kapılmadan, “laiklik elden gidiyor” türü hâriçten enjekte edilen saptırmalara kanmadan, bu hayatî birlik râbıtasını güçlendirmeli. Zira, bölgede kalıcı barışın temini ve hâricî dayatmaların etkisiz hale getirilmesi, Ankara’nın komşularla, bilhassa Müslüman komşu ülkelerle her türlü siyasî, ekonomik, kültürel işbirliğiyle olur...
* * *
Bu hususta Ankara’nın önündeki handikap, şüphesiz Irak’ın kuzeyindeki yerel yöneticilerin öteden beri oturdukları sofrayı kesmeleri, Türkiye’ye karşı, hariçten dayatılan ifsad oyunlarının oyuncağı olmalarıdır. Gerçek şu ki, Irak’ın kuzeyindeki yöneticiler, baştan beri Irak’ın istikrarsızlaştırılmasına âlet edildiler. “Bağımsızlık” hevesiyle ülkeyi işgalle ilk haftada sekiz bin insanı öldürmekle başlayıp bugün bir milyonu aşan katliâmları alkışladılar.
“Kılavuzu Amerika olanın ülkesi kandan kurtulmaz”mış. Kuzey Irak’takiler ne yazık ki hep İngilizleri, Amerika’daki Yahudi lobilerini kılavuz edindiler. Onların yazdıkları senaryolara göre oynadılar. Afganistan’ı kargaşa ve kaosa sürükleyen, Pakistan’ı darbelerle karıştıran, Sudan’da silâh fabrikası diye ilâç fabrikasını bombalayan Amerikan yönetimini “kurtarıcı” gördüler.
Sudan bahanelerle vurmayı hedefine koyduğu, İsrail’in Golan tepelerini gasbettiği Suriye’ye “nükleer tesis” diye saldırmasını “kendini koruma hakkı gören, bizzat BM Atom Enerjisi Başkanı’nın yalanladığı “nükleer silâh üretimi” uydurmalarla İran’a operasyon yapmayı kafasına koyan Bush’u “koruyucu” olarak ilân ettiler.
Barzani’nin Bakanı Kemal Kerkükî, bütün dünyanın gözü önünde “Bush melek”tir dedi; Baba Bush’u da “Kürtlerin babası ve hâmisi” olarak başlarına koydular. Amerikan Dışişleri Bakanı’nın itirafıyla “yalan iddialar”la ülkelerini işgal edip yüzyıllardır birlikte yaşadıkları dindaşlarını ve vatandaşlarını katledenlerle sarmaş dolaş oldular...
Bağdat’a, Şam’a, Ankara’ya sırt çevirip Washington’la kucaklaştılar; bölgedeki Müslüman halkların bin yıllık komşuluk haklarını hâk ile yeksân edip onbinlerce kilometre öteden gelen conilerle “doğal müttefik” oldular... Öylesine ki, Bağdat’ın terör örgütüne karşı Türkiye ile ortak çalışmasına bile karşı çıktılar.
* * *
Ama ne olursa olsun; bütün bunlara rağmen Ankara “büyük kardeş” olarak bu handikapı aşmalı; Irak için önerilen işbirliği perspektifini canlandırmalıdır. Ecnebi işgalcilerin ifsadlarına inat... Bediüzzaman, “milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş” ve bin sene Kur’ân’ın bayraktarlığını yapmış Türk milletine, “Ey Türk kardeş, bilhassa sen dikkat et!” diye ikaz eder.
Bir asır önce Şam’da Emeviye Camiinde aralarında yüzden fazla âlimin bulunduğu onbini aşkın bir cemaate ders verdiği “Hutbe-i Şâmiye”de, Arapların ve diğer Müslüman unsurların ümitsizliği bırakıp, “İslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerini” müjdeler.
Bu müjdeye, Irak’ın kuzeyindeki Kürtler de, diğer Müslüman topluluklar da dahildir. Çünkü, “başta Türk ve Arap tâifeleri ve bütün Müslüman kabileler”, “istikbâlin hâkim-i mutlakı olan İslâmiyet”le “saadet-i dünyeviyeyi kazanacaklar.” (s.74)
Bunun içindir ki,“dehşetli ifsad komitesi”nin, “ırkçılığı istimâli ile mübârek kardeş Arapları mücâhid Türklere karşı kullandığı” gibi, diğer Müslüman unsurları bu fedâkâr, mâsum, hamiyetkâr millete karşı kullanma tehlikesine karşı, Bediüzzaman Müslümanları şuurlu olmaya dâvet eder. Ecnebî oyunlarına karşı, “komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan kardeşler”in birlik ve işbirliklerini ehemmiyetle vurgular.
Bediüzzaman’ın, yarım asır önce “Reis-i Cumhur’a ve Başvekil’e” yazdığı Bağdat Paktı’nı tebrik mektubunda, Bayar ve merhum Menderes’e bildirdiği bu hakikate, Ankara’nın bugün de büyük ihtiyacı vardır. (Emirdağ Lâhikası, 437-440)
“İslâm tâifeleri, uhuvvet-i İslâmiye (İslâm kardeşliği) ile mürtebit (birbiriyle irtibat ve işbirliği içinde) ve alâkadar olur. Birbirine mânen, -lüzum olsa maddeten- yardım eder” hakikati budur. (Hutbe-i Şâmiye, 59-60)
Ankara bunun bilincinde olmalı; Irak’a, Kuzey Irak’a destek programını ciddiye almalı...
16.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|