Bir arkadaş, “Meşveret geldi geçti, sen hâlâ istişareden dem vuruyorsun!” deyince şu fıkrayı hatırlattı:
Bektaşî, “Ramazan ne zaman hocam?” diye sormuş.
“Yarın!” cevabı alınca:
“Aklımda tutamam, şu kâğıda yarın Ramazan yazıver!”
Ve Bektaşî hergün bakar:
“Yarın Ramazan, yarın Ramazan!..” sonunda:
“Vay canına, koca Ramazan geldi geçti de haberimiz olmadı!”
***
Elbette, her zaman ve zeminde ihyâ etmemiz gereken meşvereti detaylarıyla öğrenip özümsemek durumundayız. Çünkü, her hafta mahallerde, her ay illerde, her üç ayda bir bölgelerde, her altı ayda da genel meşveret yapılıyor. Birkaç ay sonra gelip çatacak, yine haberimiz olmayacak! Ayrıca fazla bilgi göz çıkarmaz, beyni köreltmez! Sanırım yine istişare yazmak için izin koparmaya bu kadar kâfî…
Cemaat ve meşveret hakkında sapkın düşüncelerden birisi de şöyle dile getirilir: Cemaat yanlış yapıyor, yanlış kişileri seçiyorsa ve ıslâh etmek mümkün değilse ne olacak?
Aslında bunun ıstılâhî tercümesi şöyledir: Meşverete katılanların hepsi bilgili, ârif, uzman, işin ehli değil; aldanabilir, yanıltılabilirler. Bediüzzaman, 1910’larda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki aşiretleri meşrutiyet/hürriyet, meşveret konusunda uyarıp sahip çıkmalarını isterken; bu meseleyi de halleder:
“Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ilim adamlarını, âlim, aydınları taklit ederiz...”
“Gerçi cahilsiniz, fakat âkılsınız (akıllısınız). Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil. İşte, müştebih (biribirine benzeyen) ağaçları gösteren meyveleridir. Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız.”1
Bir mesele hakkında fikir beyan etmek için o sahada uzman ve âlim olmak gerekmez. Akıllı olmak kifayet edebilir. Meselâ; resmin, binanın güzelliğini anlamak için ressam veya mimar; yemeğin lezzetli olup olmadığını kavramak için de aşçı olmak gerekmez.
Ne var ki, bu iddialar zaman zaman doğru olabilir. Yapılacak şey; tasavvur-u şahsî, fikr-i infirâdîye (şahsî tasavvurlar ve ferdî fikirler, düşünce); veya başka arayışlara girmek değil; yine cemaate gitmek, yine meşverete güç vermektir. Zira, en kötü veya en basit meşveret he’yetleri, en iyi şahıslardan veya müstebitlerden/diktatörlerden yüzlerce kat daha iyidir. Meşveret şeriattan bir parmak ayrılsa, padişahlık—şahsiyetçilik ve ferdîlik—yüz arşın ayrılır.2 Şu da genel bir düsturdur:
Ayrıca fertler meselelere iki göz ile bakar, iki kulak ile dinler, olayları bir akılla değerlendirir. Meşveret ise on, yirmi, yüz (hey’et sayısınca) göz ile görür, kulakla işitir, elli akılla değerlendirir. Birisinin fark edemediğini diğeri anlar. Ayrıca;
- Fertler, dış tesirlere karşı daha az dayanıklıdırlar.3 Bunun muhalif anlamı şudur: Cemaat, fertlerin katları sayısınca dayanıklı.
- Cemaatte olan kuvvet, fertte yoktur.4
- Ferd, dâhî de olsa, cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır.5
- Şahıs ne kadar güçlü ve dâhî de olsa şahsı mânevîye (bireylerden oluşan güce, cemaate, gruba) karşı mağlup düşebilir.6
Ve her ne olursa olsun, şu tesbiti göz ardı etmemeli: Asya’nın, İslâm âleminin taht ve bahtının anahtarı meşverettir.7
Hâliyle yapılacak şey, dayanışma içine girmektir. Zira, içerisinde dayanışma bulunan bir cemaat, durgunlukları harekete geçirir. Unutulmamalı ki, içerisinde hasetleşme bulunan bir cemaat ise, hareketleri durdurur. Cemaatte gerçek birlik olmazsa, kesir çarpması ve toplaması gibi küçültür.8 Yani, çoğalıyor gibi görünse de, aslında parçalanır ve kuvvet dağılır. Oysa, Allah’ın ipine (Kur’ân’a, İslâma) hep birlikte sarılmak gerekir.
Şayet cemaatte/meşverette bazı yanlışlıklar oluyorsa veya yanlış kişiler seçiliyorsa, yapılacak şey, Asr-ı Saadet’in muhteşem meşveret sistemini çağımıza taşıyan Bediüzzaman’a kulak vermektir:
“Makasıd (hedef) ve mesâlik (tutulan yollar), bürhan-ı kàtı’ (kesin delil) üzerine tesis edilmelidir. O takdirde batıl (yanlış), hak sûretini giymekle fikirleri aldatmaz.”9
Dipnotlar:
1- Münâzârat, s. 50.; 2- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 59.; 3- Münâzârât, s. 40.; 4-Sünuhât, 50.; 5- İşârâtü’l-İ’câz, s. 162.; 6- Sünuhat, s. 52.; 7- Divân-ı Harb-i Örfî, s. 55.; 8-Hutbe-i Şâmiye, 66.; 9- Muhakemat, s. 9.
16.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|