Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hasan GÜNEŞ

Çöle bırakılan İsmailler



Hz. İbrahim’in (a.s.), İbrahim Sûresinde geçen “Ey Rabbim! Beni ve neslimi namazı devamlı kılanlardan eyle” duası meşhurdur. Namazın hem dinin direği olması, hem de tüm ibadetlere câmi olmasıyla; neslin, Âlemlerin Rabbine olan kulluk vazifesi, bekası ve manevî değerlerle birlikte muhafazasının ne kadar önemli olduğu anlaşılır.

Maddî kazanımlar gibi manevî kazanımların da elbette heba olup gitmemesi önemlidir. Manevî değerler de eksiksiz olarak gelecek nesillere mutlaka aktarılmalı ve sahip çıkılmalıdır. Çoğu kişinin hasbelkader elde ettiği ya da birilerinin yoğun gayret ve himmetleriyle elde edilen hakikatlerin gelecek nesiller için aynı ortamları bulabileceği garanti değildir. İster şans deyin, ister kısmet deyin, ama gelecek nesiller şimdikiler kadar iyi imkânlara sahip olmayabilirler. Onlar için en büyük avantaj zaten içinde bulundukları hakikatı tanıyan ve sahip çıkan bir aile veya bir çevrenin varlığıdır. İlâveten ileriki hayat safhalarında da himmetli ve gayretli kişilerle karşılaşma fırsatları olmayabilir. Yani hayat hep fırsatlarla dolu değildir.

Önceki ya da mevcut nesillerde bir mahalle, bir sınıf ya da bir okul içerisinde bir kişiye bile ulaşabilmek büyük hizmet olarak kabul ediliyordu. Yüzde bire bile ulaşabilmek bir başarı iken, şimdi yüzden birini bile kaybetmek büyük bir kayıptır. Çünkü bunlar eldedir, yanımızdadır, içimizdedir hatta Hz. İbrahim ve çocuklarında olduğu gibi bizden birer parçadır. Ayrıca onlar doğuştan da bu hizmet-i imanîyede vazifelidirler. Onların âhiret saadetini—Allah korusun—kaybetmeleri bizim için büyük kayıptır. Elbette bir müminin önemli bir vasfı olan şefkatin gereği olarak, toplumun tamamını da ailemizin bir ferdi imiş gibi düşünüp âhiret saadetleriyle yakından ilgilenmemiz ve ızdırabını duymamız gerekiyor. Ancak kişilerin sorumlulukları iç içe daireler gibi olduğundan ve en büyük sorumluluk da en içteki dairede olduğundan yakın çevremizdeki kayıplar diğerlerine göre daha çok ızdırap verir.

Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Hacer’in “Ey İbrahim! Bizi bu çölde nereye bırakıp gidiyorsun” sorusuna karşılık, onları rablerine bıraktığını ifade etmişti. Evet Hz. İbrahim (a.s.) emir gereği onları, rabbinin inayetine bıraktı. Ancak Hz. İsmail (a.s.) büyüyüp geliştiğinde Cenab-ı Hakkın emriyle, bir rivayete göre ilk defa Hz. Âdem (a.s.) tarafından inşa edilen Kâbe’nin temellerini bulup onu yeniden inşa etti. Artık ikinci nesil ile birlikte taş üstüne taş koydular. Ortaya kıyamete kadar devam edecek bir bina bir müessese çıktı.

Hz. Hacer, tarihte benzerine az rastlanılan hanımlardan birisidir. O, bir şehrin, bir milletin ve bir medeniyetin kurucusu ve anasıdır. Hz. İbrahim’den ders ve terbiyeyi almış tüm bu sorumlukları taşıyacak bir sadakat, dirayet ve şuur sahibiydi. Hz. İsmail’in babasından aynı eğitimi alma imkanı olmadığı tarihçe malum. Nübüvvet vasıtasıyla vahiy ve ilhama mazhar olması ayrı bir konu. Evet öyle bir eğitim almadı ancak ona ve kıyamete kadar gelecek nesillere Kâbe ihsan edildi. Malumunuz Kâbe, sadece bir dört duvar değil, hem mabed, hem mekteb ve hem de istikamet gibi pek çok muazzam hususiyeti içine alan nuranî bir müessesedir.

Günümüze gelecek olursak; çoluk-çocuk dizimizin dibinde bile olsa; hayat şartları, okul, çevre ve medya gibi sebeplerle neredeyse onların insafına terk edilmiştir. Çoluk-çocuğumuzu terk edip gittiğimiz medeniyet sahrası, gerçekte Mekke kayalıklarından daha şiddetli, Arabistan çöllerinden daha yakıcı, daha kurak ve daha tehlikelidir. Ancak nazarlar hep dünyaya çevrildiği için hakikatlar tersyüz olmuş. Medeniyet, binler fanteziyle tıpkı bir serap gibi çölleri vaha, vahaları da her nasılsa çöl olarak gösteriyor.

Çöle bırakılan zamanımızın İsmailleri için mutlaka taş üstüne taş koymak, öncekilerin yaptığına zamanın gereği olarak başta eğitim olmak üzere mühim sahalarda bir şeyler ilave etmek gerekiyor. İman hizmeti esasta ve merkezde çekirdek olarak devam etmekle birlikte, hayat safhası tam içinde olduğumuz bir safhadır artık. İdeolojilerin çöktüğü, devletçiliğin sahneyi terk ettiği, sivilleşmenin her sahada arz-ı endam ettiği bir dönemde hayat safhasındaki ve müesseseleşmekteki ihmaller çöle mahkum olmak demektir.

26.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (13.11.2007) - Dünya ve âhiret ticareti

  (30.10.2007) - Savaşın eşiğindeki terör

  (24.10.2007) - İhlâs ve rakamlar

  (07.10.2007) - Tankını satan bilge

  (30.09.2007) - Yeni bir soğuk savaş

  (22.09.2007) - Adım adım hürriyet

  (09.09.2007) - Rahmet ve Kyoto

  (30.08.2007) - İşbölümü ve ihlâs

  (14.08.2007) - Sivil ve asker

  (12.02.2007) - Asabîlik

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri