Ömer Laçiner, “Nurcular’ın baskıcı devlete sahip çıktıkları ve isyan etmediklerini” ifade etmiş bir toplantıda. Zaman zaman bir kısım mahfillerde veya basında bu ve benzeri söylemlere rastlanır:
“Devletin istibdatına, hak ve hürriyetleri kısıtlamasına, hatta Bediüzzaman ve Nurcular hapislere, nezarethanelere atılmalarına; mahkemelerde süründürülmelerine, sürgünlere gönderilmelerine rağmen devlete isyan etmedi, sistemle barıştılar…”
Dünya çapında bir mütefekkir ve düşünür olarak Bediüzzaman’ın hizmet ve ıslâh metodunu nazara almayanlar—eserlerinden habersiz olanlar-böyle basit iddiaları seslendirir. Evvelâ vurgulayalım: Dikta rejimleri kabul etmemek, diktatörlerin keyfî muamelelerine itiraz etmek ayrı şeydir; müsbet hareket etmek ayrı; isyan etmek bütün bütün ayrıdır.
Bediüzzaman ve Nurcular diktatörlüğü, müstebit rejimleri, keyfiliği, hukuksuzluğu asla kabul etmez; asla boyun eğmezler. Ve ne pahasına olursa olsun karşıt tavırlarını, muhalefetlerini ortaya koyarlar. Ancak bunu, şiddet ve menfi değil; müsbet hareketle ortaya koyarlar.
Her devletin, hattâ yamyamların da bir kanunu, bir sistemi vardır. Devlet kanûnî olabilir. Ancak, önemli olan hukûkîliktir. Keyfiliğin ve istibdatın hâkim olduğu teşkilâtlanmaya “hukuk devleti” denemez. Bediüzzaman’ın böyle dikta rejimlere ve sistemlere yaklaşımı yine müsbettir. Sakın müsbet yanlış anlaşılmasın, onu asla kabul edici değil; nereden gelirse gelsin, her türlü istibdata muhaliftir. Ancak, muhalefeti, karşı duruşu şiddete dayalı değil düşünce bazlıdır.
Bediüzzaman öncelikle istibdatın; tahakküm, keyfi muâmele, kuvvete dayanarak cebir kullanmak, zorbalık, tek görüş, suistimâlâta gayet müsait bir zemin, zulmün temeli, insanlığın mahvedicisi, sefalet derelerine yuvarlayan, İslâm âlemini zillet ve sefalete atan, garaz ve düşmanlığı uyandıran, İslâmiyeti zehirlendiren, her şeye bulaşarak, zehrini atan muzır bir haslet1 olduğu tesbitini yapar.
Ardından diktatörlüğe karşı çıkar, Meşrûtiyetin/hürriyetin ilânını “meşrû hürriyet” olmak şartı ile kabul eder. Cumhuriyeti ise “isim ve resim” olarak değil, gerçek anlamıyla, cumhurun temsil edeceği parlamenter sistemi öngörür. İstibdata/baskıya hangi resim ve isim altında olursa olsun, sille vuracağını ilan eder.
Ne var ki, istibdattan korunmanın yollarından birisinin; “Asayişi/emniyeti muhafaza etmek, anarşiye meydan vermemek; müsbet hareket etmekten2 geçtiğini söyler. Anarşi baskıyı netice verir. Bediüzzaman; “Meşrûtiyeti; meşrûtiyet unvanı ile kabul ediniz; tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat/dikta, pis eli ile onu ağrazına siper etmekle lekedar etmesin.3
Prof. Ali Fuat Başgil de anarşinin istibdadı doğuracağını şu ifadelerle ortaya koyar: Sosyolojik bir kanundur ki, hürriyet terbiyesi gelişmemiş olan memleketlerde hürriyet rejimi, çocuk elinde bir dinamit olmaya, demokrasi ise evvelâ demogojiye, sonra anarşiye dönüşmeye mahkûmdur. Anarşiyi de despotik bir idarenin takip etmesi mukadderdir.4
Peygamberimizin (asm) “En üstün cihad; zalim bir hükümdara hak söz söylemektir”5 sözünü, hayatını ortaya koyarak uygulayan Bediüzzaman, asla müstebitlerle ve dikta rejimlerle yan yana gelmemiş, onlara destek vermemiştir. Bilâkis şiddetle muhalefet etmiştir. “Sen ve bir iki risâlen rejime ve usulümüze muhalif gidiyorsunuz” diye onu susturmak isteyenlere, “Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve âsâyişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükûmette bulunur”6 der geri adım atmaz.
Onun karşı duruşu “maddî güce, şiddete” dayalı değil, müsbet hareket etme şeklindedir. Orijinal ifadelerinden takip edelim:
Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var. Ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır. Risale-i Nur’un şakirtlerinden en müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrik eder.7
“Teklifiniz, bir nev'î usul-ü vahşiyâne olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhâsın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!8
Dipnotlar:
1. Münâzarât, s. 22.; 2. Beyanat ve Tenvirler, 80–85.; 3. Divan-ı Harb-i Örfi; s. 15.; 4. Demokrasi Yolunda; s.114.; 5. İbn-i Mace, Fiten, 20.; 6. Şuâlar, s. 307.; 7. Kastamonu Lâhikası, s. 206.; 8. Mektubat, s. 417.
26.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|