Başta fikir, inanç, konuşma gibi hak ve hürriyetler; batı demokrasinin malı imiş gibi sunulur. Oysa istişâre, yâni çok seslilik, fikre saygı gibi tüm insan hak ve hürriyetlerinin kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir. Haklara riâyet, dindar olmanın bir gereği, hatta dinin emridir.
Ne var ki, Türkiye’de çarpık resmî ideoloji sistem olarak; AB’nin de savunduğu insan hak ve hürriyetlerine adapte olmakta fenâ halde zorlanıyor. Çünkü, devlet, hak, adalet, hukuk, demokrasi değil, “tek şahsın ideolojik görüşlerine” göre yapılanmış.
Ancak, halkın hak ve hürriyetlere adapte olmakta sıkıntı çekmeyeceği muhakkak. Zîrâ, sistem; meşveretin/fikir hürriyetinin, fikirlere değer verip saygı göstermenin pratiğine müsaade etmese de; yüzde 99’u Müslüman olan vatandaşın Kur’ân ve Sünnet’te yer alan meşveret ve çok sesliliği iman ile düşünce hayatına, ibadetlerle de pratik hayata geçiriyor. Geride onu şuuruna varmak kalıyor…
İslâmın, imânın temel özelliği hürriyettir. Dünyaya gönderilişimizin gayesi sınanmaktır. İmtihanın da gerçekleşebilmesi, Allah’a kul olabilmek için “hür irâde” lâzımdır. Dolayısıyla imanın özelliği hürriyettir.
- Onun her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilen, her şeyi gördüğüne, her şeyden haberdar olduğuna, Latîf, Allâmü’l-Guyûb olduğuna inanan bir mü’min, imânı, anlayışı, bilgisi derecesinde haklara riâyet eder.
- Meleklere imân edip, onların İlâhî kameramanlar gibi takip ettiğini ve herşeyi yazdığını bilen biri, haksızlık yapamaz, kimseyi incitemez.
- Kitaplara iman: Kur’ân, hak ve hürriyetleri en ince teferruâtına kadar ders verir. Baştan sona haklar manzûmesidir. İnsan hakkı, inanç hakkı, vicdân hakkı, ibâdet hakkı, karı-koca olarak eş hakkı, anne-baba hakkı, çocuk hakkı, komşu hakkı; hattâ hayvan hakkı, eşya ve çevre hakkı; İslâm’ın getirdiği, yerleştirmeye çalıştığı haklardır.
- Peygamberlere imân da, onların vermiş olduğu hak ve hürriyet mücâdeleleriyle kendisini özdeşleştirir:
Resul-i Ekrem’in (asm) Vedâ Hutbesi, temel hak ve hürriyetleri sıralar. Ve binlerce hadîs-i şerîf, hak ve hürriyetleri, en ince teferruatına kadar nakış nakış işler.
- Âhirete/dirilişe imân, hesap, adâlet, mîzan, cezâ gününün geleceğini kesin olarak bilmek ise, ona göre hayatına yön vermek demektir.
- Kadere îman; insanın mes’ul olduğu işlerde alabildiğine hür olduğunu anlatır. Çalışmasını yaptıktan sonra kısmetine razı olur. Helâl-haram diyerek her tarafa saldırmaz.
İşte imân esasları, hak ve hürriyetleri düşünce dünyamıza yerleştirir; İslâm şartları da pratiğe döktürür:
- Namazlarını düzenli olarak kılan bir mü’min, günde beş vakit namazda, 40 defa tekrarlar:
“Yalnız Sana ibâdet eder, yalnız Senden yardım dileriz.”1
Yani, tekrar be tekrar, başkalarına boyun eğmemeyi ve baskı yapmamayı ders verir.
- Oruç; insanı, yemek bağımlılığı, yemek esaretinden kurtarır. Damdan düşen adam, doktor yerine, “Bana damdan düşen birisini bulun” demiş. Oruç, hak ve hürriyetleri gözetmeyi ders verir. Açların psikolojisini aç kalan insandan başka kim anlayabilir?
- Hac; insan hak ve hürriyetlerinin mücâdelesinin verildiği mekânları gezmek, o gerçekleri fikren ve zikren yaşamaktır.
- Zekât, insanları mal bağımlılığından kurtarırken, fakirin hakkını korumayı esas alır.
İşte, tarih boyunca Müslümanların gerek düşünceleri, gerek uygulamaları, gerekse yazılı kaynaklar, asırlardan beri beyinden beyine, toplumdan topluma, uygulamadan uygulamaya, asırdan asra uğrayarak Batıya hem ilham kaynağı olmuş, hem de pratikte kaynaklık etmiştir.
Dipnot: 1-Kur’ân, Fâtiha, 3.
22.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|