İslâm tarihi boyunca dine hizmet eden mânen çok büyük zâtlar gelmişler, arkalarında iz bırakmışlar ve onları takip eden kitleler oluşturmuşlardır.
Cenâb-ı Hak, son peygamberinden sonra, İslâm dinini korumak amacıyla nice kutup-lar, mürşidler, müçtehidler, müceddidler ve mehdi-misâl şahısları vazifelendirmiş ve din-i Ahmedîyi (asm) böylece muhafaza etmiştir.
Âhirzamanda gelen ve her asır başında geleceği hadisçe haber verilen müceddidlerin en sonuncusu olan Bediüzzaman, kendinden önce gelen bütün müceddidlerin vazife alanlarının tamamını üstlenmiş ve telif ettiği Nur Risâleleri hem bu asrı, hem de gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i Kur’âniye olma özelliğini göstermiştir.
İmam-ı Rabbânî (ra), “Eskiden büyük zâtlar demişler ki: ‘Kelâm âlimlerinden bir zât gelecek. İman ve Kur’ân hakikatlerini apaçık ispat ve izah edecek.’ Ben istiyorum ki, keşke ben, o olsam. Belki ben, o adamım” demiş. Bediüzzaman “Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, Risâle-i Nur’dur” der. Zira, iman hakikatlerini aksi iddiâ edilemeyecek bir katiyette îzah ve ispat etmiştir. Ayrıca, Nur Risâleleri otuz üç Kur’ân âyetinin işâretine, hem İmam-ı Ali’nin (ra), hem de Gavs-ı Geylânî’nin müjdeli haberlerine mazhardır.
“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılsanız necat bulursunuz. Biri, Allah’ın kitabı Kur’ân. Diğeri, ehl-i beytimdir” buyuran sevgili Peygamberimizin (asm) emrine uyarak, ilhamını doğrudan doğruya Kur’ân’dan alan Bediüzzaman, Ehl-i Beytten murat Sünnet-i Seniyye olduğu için, hayatı boyunca Kur’ân hakikatlerini îzah ve ispat etmenin yanı sıra, Sünnet-i Seniyeyi ihyâ etmeyi asıl maksat ve gaye edinmiştir.
Tam ihlâsı kendinde yerleştiren Bediüzzaman, maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî hiçbir şey beklememiş ve sadece Allah’ın rızasını esas maksat yapmıştır. “Biz ücretimizi yalnız Allah’tan bekliyoruz” diye-rek halktan istiğna eden umum peygamberler misâli, her dönemde devlet adamlarının kendisine yaptığı câzip teklifleri elinin tersiyle itme irâdesi göstermiştir.
Hakkı ve hakikati pervasızca haykıran Bediüzzaman, dört dehşetli kumandana boyun eğmemiş, Rus kumandanının karşısında ayağa kalkmadığı gibi, İngiliz papazlarının mağrûrâne sorduğu altı suâline, işgal yılları şartlarında bir tükürükle cevap vermiştir.
Geçen asrın müceddidi Mevlânâ Halid-i Bağdâdî ile aralarında tam yüz sene fâsıla bulunan ve müceddidiyet vazifesini mânen ondan devralan Bediüzzaman’ın telif ettiği Nur Risâleleri, kırkın üzerinde dünya diline tercüme edilmiş, dünya çapında yapılan İslâmî hizmet modelleri arasında Nursî Modeli birinci seçilerek ayakta alkışlanmıştır.
Âhirzaman müceddidi olan Bediüz-zaman’ın yaşadığı dönemde, kıyametle alâkalı hadis-i şeriflerin mânâsı büyük ekseriyetle ortaya çıkmıştır. “Başka milletleri taklit başlayacak. Hırs artacak. Bina ve zinalar çoğalacak. Büyük depremler olacak. Bol içki tüketilecek. Köpek beslemek, bebek yetiştirmeye tercih edilecek. Zelzele ve ölümler artacak” gibi hadislerin tevili bizzat görülmektedir.
Dinsizliğin iki cereyanının kuvvet bulduğu âhirzamanda, Allah’ı inkâr cereyanı Hazret-i İsa’nın (as) şahs-ı mânevîsinin kılıcıyla öldürülmesi gibi, Süfyan komitesinin bid’akâr rejiminin yaptığı büyük tahribât dahi, Bediüzzaman’ın temsil ettiği cemaat-ı nurâniyenin sahip olduğu iman-ı tahkiki dersleriyle tamir ediliyor.
Üç devre-i hayatıyla küllî hizmetler ifâ eden Bediüzzaman, “Siz kime hizmet ettiğinizi, kime talebe olduğunuzu, nasıl bir şahısla konuştuğunuzu bilmiyorsunuz” demekle, üstlendiği kudsî ve cihanşümul vazifenin ne kadar yüksek ve mânidâr olduğunu nazara veriyordu. O, beşerî şahsiyetinden ziyade mânevî şahsiyetiyle tanınmalıydı.
Pazar seminerleri çerçevesinde, Asya-Nur Kültür Merkezinde bahsi geçen konuları ka-labalık bir toplulukla paylaşan yönetim kurulu üyemiz Ali Vapurlu, katılımcıların ilgisinden fevkalâde memnun kalmıştı. İki saati aşan program herkes için bir bilgi ve feyiz kaynağı olmuştu. Bu tür programlarmızın devamlı olmasını ve yaygınlaşmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
21.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|