Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

İhlâs, âhiret saadetine vesile olur -2



Gayenur Hanım:

*“Bir amel âhirette bana fayda sağlasın düşüncesiyle yapılırsa, ihlâsa aykırı olur mu? Bu düşünceyle yapılan amel âhirette bir fayda sağlar mı?”

Dünya kaygısı ve dünyevî bir karşılık beklentisi ibadette ve kullukta ihlâsa zarar verir. Çünkü dünya imtihan yeridir ve insan dünyada Allah’a, ahiret gününe ve sair iman esaslarına inanmakla ve iman esaslarını yaşayarak kavramakla yükümlüdür.

Amel ve ibadetlerinde insan ahirette fayda sağlamasını nazara alabilir, Cennete gireceğini düşünebilir, Cehennemden kurtulacağını umabilir, mahşerde şefaate ereceğini ümid edebilir, Allah’tan af ve mağfiret talep edebilir. Bunlarda hiçbir sakınca yoktur. Bunların hepsini bir anda, bir duâda, bir namazda, bir oturuşta isteyebilir. Çünkü bu alanların hepsi gaybî iman alanlarıdır. Fakat kulun, “Namazımı kıldım; artık Cennete girmeyi hak ettim” demesi doğru olmaz. “Namazımın karşılığında bana cennetini ver!” demesi de doğru olmaz. Bunlar ihlâsa zarar verir. Fakat namazını Allah rızası için kılar; ardından Allah’a el açar ve gerek dünya için, gerek ahiret için ne ihtiyacı varsa ister.

Nitekim Üstad Bedîüzzaman Hazretleri ibadetin, gelecek mükâfatların bir ön adımı değil; geçmiş nimetlerin bir neticesi olduğunu bildiriyor. Öyle ki, biz ücretimizi önceden almışız. Öyleyse bugün, bundan önce aldığımız ücreti hak etmek için, hizmetle ve ibadetle mükellefiz.

Bundan önce aldığımız ücretleri Bedîüzzaman şöyle sıralar:

1-Mutlak şer olan yokluktan, mutlak hayır olan varlık alanına çıkışımız başlı başına bir peşin ücrettir.

2-Bize iştihalı bir mide veren Cenâb-ı Hakk’ın, Rezzak ismiyle dünyayı bir nimet sofrası biçiminde donatması ve bütün nimetleri önümüze dizmesi ikinci bir büyük peşin ücrettir.

3-Sonra Cenâb-ı Hakkın, bize gayet duygulu ve duyarlı bir hayat vermiş olması ve hayat midesinin göz, kulak, dil, burun ve akıl gibi duygu ellerinin önüne de dünya kadar geniş bir istifade sahası açması bir başka büyük peşin ücrettir.

4-Sonra Cenâb-ı Hakkın, manevî birçok rızık ve nimet isteyen insanlığı bize vermesi ve insanlığın önüne de varlıkların dış ve iç yüzlerini anlamaya kabiliyetli aklın eli yetişecek derecede mülk âleminden melekût âlemine kadar geniş bir nimet ve istifade sahası açması bir başka yüksek peşin ücrettir.

5-Sonra Cenâb-ı Hakkın, hadsiz nimetleri isteyip, hadsiz rahmet meyveleriyle beslenen ve “insaniyet-i kübrâ” olan İslâmiyet’i ve imanı bize göndermesi ve bizi Müslüman kılması, böylece dünya ve âhiret dairesi ile birlikte Allah’ın isimlerini ve mukaddes sıfatlarını da içine alan geniş bir nimet, saadet ve lezzet sofrası bize açmış olması bir diğer yüksek peşin ücrettir.

6-Sonra Cenâb-ı Hakkın, imanın bir nûru olan muhabbeti bize vererek, kalbimizin önüne sonsuz bir nimet, saadet ve lezzet sahası açmış olması bir başka yüksek peşin ücrettir.

Demek Cenâb-ı Hak bize; 1-hayatı vermekle bizi küçüklükten bir nevî büyüklüğe, 2-insanlığı vermekle hakîkî büyüklüğe, 3-İslâmiyet’i vermekle ulvî ve nûrânî bir büyüklüğe ve kapsama, 4-Mârifeti ve muhabbeti (Allah’ı bilmeyi ve sevmeyi) vermekle de çok geniş ve her şeyi kuşatan bir nûra bizi çıkarmıştır.

Bütün bu nimetler, peşin ve yüksek birer ücret olarak önümüzde durmaktadır. Öyle ise, biz ücretimizi almışız! Bu değeri yüksek ücretlere karşılık, yalnız “ibâdet” gibi lezzetli, onurlu, nîmetli, rahatlı ve gâyet hafif bir hizmetle mükellef tutulmuşuz! Buna da tembellik göstermemiz bizi şüphesiz boşlukta bırakmaktadır!

Biz bu niyetlerle, Allah’ın tevfik ve hidayetiyle, inayet ve yardımıyla, sırf Allah rızası için, sırf Allah’ın emrine itaat etmek niyetiyle ibadetimizi yaparız. Ebedî âhiret yurdunda ise Cenâb-ı Hakk’ın Cennetini, rahmetini ve mağfiretini ibadetimizin karşılığı olarak değil, Cenâb-ı Hakk’ın fazlından, lütfundan ve merhametinden bekleriz ve umarız.

Dünyada ibadet yapmamız ne kadar kulluğumuzun bir gereği ise, âhirette–ibadetimizin karşılığı olarak olmasa da—Cenâb-ı Hakk’ın fazlından ve rahmetinden merhamet ummamız ve Cenneti vermesini beklememiz de bir o kadar kulluğumuzun gereğidir. Kula istemek, O’na vermek yakışır!

22.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (21.11.2007) - İhlâs, âhiret saadetinin de vesilesidir -1

  (20.11.2007) - Bedduâ yıkıcıdır

  (18.11.2007) - Elli beş dilin şahitliği -2

  (17.11.2007) - Elli beş dilin şahitliği -1

  (16.11.2007) - Haram sevmek ve hayvanların hesabı

  (15.11.2007) - Sâlihler zincirinden bir demet

  (14.11.2007) - BİR KISSA, BİN HİSSE

  (14.11.2007) - İslâm'da ümitsizlik yoktur!

  (13.11.2007) - Kısa kısa

  (12.11.2007) - Kısa kısa

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri