Hz. Âdem’in (as) Mekke’de oturan oğlu Şit’e (as), verdiği beş altın öğütten sonuncusunun şöyle olduğu nakledilir ahlâk kitaplarında:
“Ey Şit, oğullarına söyle! Doğruluk ve isabet derecesini kesin olarak bilmedikleri işlerde istişare etsinler. Dürüstlüğüne inandıkları kimselerle yaptıkları istişare kararına göre hareket etsinler. Eğer ben meleklerle istişare edip, işimi onlarla müzakereden sonra karara bağlasaydım, başıma gelenlere müstahak olmayacak, musibetlere maruz kalmayacaktım.” (Peygamberler Tarihi)
İnsanlar peygamber olan Hz. Şit’i (as) ne kadar dinlediler; bilemiyoruz. Ne var ki, günümüzde bile kibir, istibdat ve tahakküm zebunu bazı Ademoğulları, meşveret (danışma, fikre saygı, başkalarının görüşüne değer verip alma) ve hürriyetle pek barışık değil. Meşverete, kamuoyuna, çok sesliliğe karşı olanlar kimlerdir?
Kimi dindar çevreler bile; mahiyeti meşveretle yoğrulmuş gerçek cumhurî sisteme, demokrasiye; taassubunun gereği olduğu halde din adına cephe alıyor. Etkisini kaybetmekle beraber “siyasal İslâmcı” zihniyet de, “meşrûtiyeti/demokrasi ile, hürriyete dayalı “cumhurî” sistemi “küfür rejimi” görür.
Bediüzzaman bunları cehalet ağa, inat efendi, garaz beyi, intikam paşa, taklit hazretleri, mösyö gevezeliğin emri altında insan milletinden mutluluk kaynağımız olan meşvereti inciten bir cemiyettir.1 diye teşhis eder. Kısaca açarsak;
* Ağa, bey, paşa, şeyh görüntüsü altında hakimiyetini devam ettirmek isteyenler,
* Şahsî çıkarını milletin menfaatinden üstün tutanlar (Özelleştirmeye karşı olanlar gibi)
* Şahsî çıkarlarını milletin zararında görenler. (Müstebit devletçilik anlayışından makam, mevki elde edip, kamu binaları, lojman, tatil beldeleri, uyuşturucu, fuhuş, silâh mafyası, hatta alkol/içki ve sigara üreticileri, kamu vasıtalarından istifâde eden silâhlı-silâhsız bürokrasi, KİT’lere yapışan asalaklar, vesâire)
* Basit, sathî, şahsî görüşlerini kabul ettirmek için dengesiz düşüncelere sapanlar,
* Şahsî garaz ve intikamını terk etmediği halde, “fedakârlık ve hâmiyet” dâvası güdenler,
* Fiilen diktatör, baskıcı olduğu halde, demokrasi ve cumhuriyeti savunur görünenler,
* Hürriyet ve demokrasinin gereği olan çok seslilik, hoşgörü, müsamaha ve fikirlere saygıyı beceremeyip, herkesin kendisine saygı göstermesini isteyenler,
* Müstebit, zorba, diktatör ruhlular,
* Affetmeyi bilmeyen hâin yürekliler,
* Herkesin istirahatini intikamcı rûhuna yediremeyenler,
* Hürriyetin, gerçek demokrasinin kıymetini takdir edemeyen cahiller,
* Dinde hassas olup, aklî muhakemesi kısa olanlar,
* Ve hürriyetin İslâm’a zıt olduğunu sanan kıt fehimliler.
Bu listeye; bâzı cezâ-i sezâsını (yakıcı cezâsını) hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur Bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp edip yağmalayanları,
* Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeleri;
* Bazı bahane ile, parça parça etmek isteyenleri2 de eklenir.
Çoğu zaman bunları teşhis etmek zordur: Çünkü, hiçbir bozguncu ben müfsidim demez. Daima hak suretinde görünür. Yahut yanlışı hak görür.3 Ancak, alkol alanları ölçen âlet gibi, bunları da dereceye vurabiliriz. Mihenge vurabiliriz: Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra fedâ etmez. Zîrâ, hakkın hatırı yüksektir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve sonuca bakınız.4
Ziya Paşa’nın, “Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz”, dediği gibi, lâfa değil, netice, meyve ve uygulamaya bakmak gerekir.
Dipnotlar: 1- Münâzarât, s. 47-48.; 2- Age, s. 29.; 3- Age, s. 49.; 4- Age, s. 49.
19.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|