“Türkiye ve dünya gerçekleri”ne aykırı uygulamalar sebebiyle ülkemiz, “gariplikler ve çelişkiler ülkesi”ne dönmüş durumda. Meselâ, bir yandan ‘Aman, gençleri kötü alışkanlıklardan kurtaralım’ diye kampanyalar açılır; öte yandan gençliği ‘yol’dan çıkaran hal ve hareketler teşvik edilir...
Ülkemizin yaşadığı bu çelişki, ‘yabancı’ları da şaşırtmış durumda. Brüksel Film Festivalinde birinci seçilen bir Türk filmi, barındırdığı ‘müstehcen görüntüler’ sebebiyle ‘yabancı’lardan oluşan jüriyi de şaşırtmış. Haberler doğru ise jüri üyeleri, “Sizde sansür yok mu?” diye sormuş.
18 yaşından küçüklerin izlemesine (Türkiye’de) müsaade edilmediği ifade edilen ‘çirkin/müstehcen film’in oyuncularından biri de, “Neden sansürlensin? Türkiye’de böyle bir sansür artık yok” diye cevap vermiş. (Sabah, 17 Kasım 2007)
Tesbit olarak doğru, Türkiye’de ‘artık sansür yok’ ama bu serbestlik müstehcenlik için uygulanıyor! Düşünce açıklamak ise hâlâ sansürlü, hem de en ağır şekilde!
Peki, ‘ölçü’sü tartışılsa bile; müstehcenliğin en başta gençleri mahvettiği tartışılabilir mi? “Alıştıra, alıştıra” verilen ‘müstehcen doz’lar; son yıllarda ‘barajı aşmış’ durumda. Gerek gazeteler ve gerekse televizyon ekranları ise adeta birbiriyle yarışarak saniye başı müstehcen mesajlar yayınlıyorlar. Yayınlanan ‘büyük gazete’ler, evlere sokulamayacak seviyede ‘müstehcen fotoğraflar’la doldurulmuş. Bu durum, geçen yıllarda, TEMA Başkanlığı da yapan “Toprak Dede” Hayreddin Karaca’nın da dikkatini çekmiş ve “(Müstehcen yayın yapan) Bu gazete ve dergiler için harcanan kâğıtlara, kesilen ağaçlara yazık” demişti.
Müstehcen yayınları ‘san’at’ adı altında pazarlayanlar büyük vebal altında. Düne kadar müstehcenliği teşvik eden ülkeler ve toplumlar, nesiller kaybetme pahasına yaptıklarının yanlış olduğunun farkına vardılar ve “zararın neresinden dönülse kârdır” anlayışıyla yanlışı terk etmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin de bu yanlış yolda ısrar etmesi mümkün değildir, etmemelidir.
Üzücü olan başka bir nokta da, ‘duyarlı medya’ organlarının da kısmen müstehcenliğe kapı açmış olmasıdır. Gerek reklâmlar ve gerekse ‘magazin haber’ bahanesiyle hassasiyetler törpülenmekte ve müstehcenliğe bakış değiştirilmeye çalışılmaktadır. Asıl tehlike de bu noktadadır.
Türkiye; bir yandan düşünceyi ve düşündüğünü ifade etmeyi cezalandırarak, öte yandan da müstehcenliği teşvik ederek bir yere varamaz. İfade hürriyetini sınırlandırarak; yazanı, konuşanı cezalandırarak sadece sıkıntıların birikmesine sebep olunur. Hele hele, müstehcenliği teşvik ederek ‘huzur’a kavuşmak mümkün değildir.
Ne yazık ki bazı ‘aydın’lar, müstehcen yayınları ‘san’at’ adı altında teşvik etmeye devam ediyor. Bir yazar, ‘müstehcen’ bir filmi ‘tavsiye’ ederken şöyle demiş: “Görülmeye gerçekten değer.. Ama fazla muhafazakârsanız tavsiye etmem.. Hele çocuklar kesinlikle götürülmemeli.. Son bir not.. Bu filme izin veren sansürümüzü de kutlarım.. İfade özgürlüğünün ne anlama geldiğini yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Tabular yıkılıyor!” (Hıncal Uluç, Sabah, 10 Kasım 2007)
“Tabu”lar mı yıkılıyor, yoksa “aileler/dünyalar” mı? Türkiye’yi ‘idare edenler’ de bu tuzağa düşüp, “Aman, karşı çıkarsak bize irticacı derler” diye düşünüp tuzak karşısında sessiz kalıyorlar.
Toplum olarak daha ağır bedeller ödememek için müstehcenliğe verilen gizli ve açık desteklere son verilsin...
19.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|