“Gün gelecek; su, petrolden daha kıymetli olacak” diyenlere kimse inanmadı. Oysa bu günler ve muhtemelen önümüzdeki yıllar, bu tesbitin hayata aksettiği zamanlar olacak. Petrol sıkıntısını bir ölçüde alternatif kaynaklarla aşmak mümkün, ama aynı şey ‘su sıkıntısı’ için söylemek zor.
Su kavgalarının çıkması, onun içme ve sulama alanında kullanılmasından kaynaklanmıyor. Enerji üretiminde de suyun önemli bir payı var. Alternatif enerjiler sözkonusu olduğunda da ilk akla gelen ‘nükleer enerji’ oluyor. Türkiye, 1960’larda başlayan nükleer enerji macerasında yeni döneme giriyor. Çünkü nükleer santral kurulmasıyla ilgili kanun, TBMM’de kabul edildi.
Nükleer enerji üretimiyle ilgili tartışma sadece Türkiye’de yaşanmıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde hem nükleer enerji üretiliyor, hem de şiddetli tartışmalar yaşanıyor. Bir örnek vermek gerekirse, Fransa, enerjisinin yüzde 70’den fazlasını nükleer santrallerden sağlıyor. Daha az olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da da nükleer santraller üretime devam ediyor.
Nükleer santrallerle ilgili kanunun kabul edilmesiyle birlikte Türkiye’deki tartışmanın yeniden alevleneceği anlaşılıyor. Nükleer santrallerin kurulmasına karşı çıkanların ileri sürdükleri ilk gerekçe, Avrupa ülkelerinin bu enerji çeşidinden vazgeçmeye karar vermiş olması. Öte yandan, nükleer enerji santralleri kurulması konusunda geç kaldığımız da bir vak’a. Bütün dünya bu yolla çok ucuz enerji elde etmeye devam ederken, biz nedense beklemişiz...
Tabiî ki seviyeli, ilmî tartışmanın devam etmesinde fayda var. Çünkü fikirlerin çarpışmasından hakikat ortaya çıkar, Türkiye de bundan istifade eder.
Nükleer enerjinin olumlu yanları şöyle sıralanıyor: *Santraller fazla yer kaplamıyor *Maliyetleri hidroelektrik santrallerine kıyasla daha ucuz *İklim şartlarına bağlı olmaksızın enerji üretebiliyor *Petrol ve doğalgaz bağımlılığı azalıyor *Ülkelerin ekonomik rekabet gücü artıyor.
Nükleer enerjinin olumsuz yönleri: *Santraller sürekli denetlenmem zorunda *Nükleer atıklar saatli bomba gibi *Santralleri terör saldırılarına karşı da korumak gerekiyor *Bakım ve atık giderleri çok yüksek *İlk yapım maliyeti yüksek *Nükleer kazaların etkileri nesillerce sürüyor.
Bir nokta daha var: Çok daha uygun olduğu ifade edilen ve çevreye de hiç zararı olmayan ‘rüzgâr enerjisi’nden istifade edememiş olmamız da hazin değil mi? Şimdiye kadar sadece su akmış biz bakmış değiliz; ilâve olarak rüzgâr da esmiş, biz de bakmışız.
Önyargısız, tartışa tartışa Türkiye için en uygun olan enerji üretim yolunu seçebiliriz. Tek başına ne ‘ben yaptım oldu’ anlayışıyla; ne de ‘ben istemiyorum, o halde olmasın’ anlayışıyla bir yere varamayız. Dünya örneklerini dikkate alarak ve tecrübelerden de istifade ederek enerji tartışmasında doğru yolu bulabiliriz. Tabiî geç de kalmamalıyız...
12.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|