“Bana yetecek kadar rızka kanaat ettikten sonra, ne şundan korkarım, ne bundan.”1
İmam-ı Şafiî’ye ait bu ifade.
Cenab-ı Hak, yarattığı her canlıya yaşayabileceği kadar rızkı vereceği teminatını vermiş. Öyleyse rızık konusunda endişe etmemeli insan. Allah’a hakkıyla tevekkül eden kimse “İşimden, gücümden, aşımdan, maaşımdan olurum” endişesine kapılmaz; sebeplere sarılır, çalışır, çabalar; Allah az veya çok ne vermişse ona kanaat eder.
Bu gerçeği ruhlarına, kalblerine nakşeden büyükler onun içindir ki rızık endişesiyle yanlışlara göz yummaz; doğruları, hakkı, hakikati haykırmaktan geri kalmazlardı. Allah Resûlü (a.s.m.), “En üstün cihad zalim bir sultana karşı doğruyu söylemektir”2 buyurmuyor muydu?
Her doğruyu her yerde demek doğru değil şüphesiz. Ama bazı doğrular vardır ki ne pahasına olursa olsun yeri ve zamanı gelince mutlaka söylenmelidir. Öyle ya, an gelir yetkili, idareci kişi yanılır, yanıltılır, yanlışta olduğu halde kendini doğru yolda sanabilir ve zararı sadece kendisiyle sınırlı kalmaz, idare ettiklerini de ilgilendirebilir… İşte böyle bir anda yanlışları çekinmeden söyleyebilecek yürekli insanlara ihtiyaç duyulur ve uygun bir üslûpla anlatılan hakikatler çoğu kere meyvelerini verir. Hele idareci böyle şeylere açık olursa…
Üst seviyeli bir yöneticiye herkes her şeyi söyleyebilir mi?
Bu her şeyden önce cesaret işidir.
İşte Behlül böylelerinden biriydi. Karşısında Halife vardı o gün. En üst düzey bir idareci… Behlül’ün eline fırsat geçmişti. Ortada yanlışlar vardı. Mutlaka söylemeliydi. Gerçekler yeri ve zamanı geldiğinde söylenmezlerse yetim düşerlerdi. Hacdaydı ve Halife Harun Reşid de oradaydı. Onu şaşaalı, şatafatlı hayat içinde görünce, Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı sade hayatı hatırlatarak uyarmıştı ve şimdi sözlerinden memnun kalan bir Halifeyle yüzyüzeydi. Üstelik “Güzel söyledin ey Behlül! Başka bir diyeceğin var mı?” diyen bir Halifeyle. Devam etti konuşmasına Behlül. “Ey Emir!” dedi. “Allah’ın rızık, yakışıklılık ve servet ihsan ettiği kullar, mallarını yerli yerinde, güzelce harcar, harama girmez ve Allah’tan korkarsa salih kimseler arasına girerler.”
Acaba buna Halife ne cevap vermişti?
Önceki öğütler olduğu gibi bunlar da Padişahın hoşuna gitmiş ve Behlül’ün bu sözlerini hediye ummak için söylenmiş sözlerden zannedip, “Biz senin deynini ödeyeceğiz, emir verdik” demişti. Deyn borç, hediye, para anlamlarına geliyordu.
Buna sert bir çıkış yaptı Behlül: “Ey Emir! Dinin karşlığında deyn ödeme! Hakkı ehline ver! Kendine olan borcunu öde.”
“Biz sana lütufta bulunmak istedik. Maaş bağlanmasını emretmiştik.”
“Hayır ey Emir!” dedi Behlül. “Eğer Cenâb-ı Hak beni unutacaksa sana zırnık koklatmaz. Benim ücret ve maaşımı yaşama ve mülk edinme izni bahşeden Allah verir. Senin vereceğin deyne ihtiyacım yok.”3
İnsaflı idareciler hep böyle âlimlerden istifade etmişlerdir.
Dipnotlar:
1- Hz. Peygamber ve İlmi, s. 107.
2- İbni Mace, Fiten: 20.
3- Sıfatü’s-Safve, 2:232.
12.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|