Ebû Hazim, büyük bir İslâm âlimiydi. “Hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra fedâ edilmez” kabilinden karşısındaki en yüksek makamdaki biri de olsa ilmin izzetini daima başlar üstünde tutar, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemezdi.
Birgün Emevî halifelerinden Süleyman bin Abdülmelik ona bir kısım sorular sordu. Ebû Hazim eğmeden bükmeden cevaplar verdi. Halifenin hoşuna gitmişti bu. “Ey Ebû Hazim, yanımızda bulunsan da, biz senden faydalansak, sen de bizden” dedi.
Halife, ilim adamına olan sevgisini dile getirmişti bu sözleriyle. Ona bağışlar yağdıracaktı.
Çoğu insan için böylesi fırsatlar kaçırılmaz; yöneticiye yakın olmak bulunmaz, cazip bir fırsattır. Fakat gönlünü dünyaya kaptırmayan, ilmini çıkarına âlet etmeyen bu büyük âlim “Böyle birşey yapmaktan Allah’a sığınırım” diye karşılık vermişti.
“Niçin?” dedi Halife.
“Korkarım ki bu bana dünya ve ahiret sıkıntısı çektirir.”
Böylesi faziletli âlim çok az bulunurdu. Çok mennun oldu tavırlarından halife Süleyman bin Abdülmelik. Gönlü tok, gerçekleri çekinmeden söyleyebilen Ebû Hazim’e iltifat ve ikramlarda bulunmak istedi ve “İhtiyaçlarını söyle de karşılayalım” dedi.
Verdiği cevap sarsmıştı Halifeyi. “İhtiyacım, Cehennemden kurtulup Cennete girmek. Gücünüz yeter mi buna?”
“Yetmez.”
“En büyük, en önemli ihtiyacım bu benim. Yapamayacağına göre başka ne ihtiyacım olabilir?”
İhtiyaçları sonsuz insanın. Sadece Cehennemden kurtulup Cennete girme değil şüphesiz. İğneden ipliğe varıncaya kadar sonsuz ihtiyaçları var. Hayatı veren Allah olduğu gibi onu sayısız rızıkla devam ettiren de O. İnsanlar ve diğer yaratıklar ise sadece birer sebep. İnsana düşen de sebepleri elinde tutan, herşey emri ve izniyle hallolan Allah’a yönelmek, sebeplerin acizlik ve zayıflığını düşünüp herşeyi sonsuz kudret sahibi olan Allah’tan beklemek. Onun vermediğini kimse veremez, Onun verdiğini de kimse engelleyemez.
Tevekkülün gereği olarak sebeplere sarılmadan öte onlara alabildiğine önem ve değer veren, âdetâ herşeyi onlardan bekleyen insan Tevhid sırrına ters hareket ettiğinin farkında mıdır acaba? Akıldan, merhametten, şuurdan yoksun sebeplerin bizi tanıyıp imdadımıza koşması imkânsız. Sebep akıllı ve şuurlu bile olsa Allah onun kalbine o duyguyu vermezse bize nasıl elini uzatabilir?
Demek ayakkabımızın bağı da olsa herşeyi, sebepleri elinde tutan Allah’tan isteyeceğiz ki, onları bize musahhar ettirsin, istihdam ettirsin.
08.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|