“Eğer biri mutlaka başaracak ve kurtuluşa erecekse, o ancak bu çocuk olabilir.”1
Bu ifadeyi İmam-ı Malik, genç İmam-ı Şafiî için kullanıyor. Daha ilk karşılaştıklarında, Şafiî’ye, meşhur hadis kitabı Muvvatta’ını okuyacak birini bulmasını istediğinde, o, “Ben okuyabilirim” demiş, birkaç gecede eline alıp ezberlediği kalın hadis kitabını baştan sona ezberden bir çırpıda okuyuverince o büyük imam takdir ve hayranlığını gizleyemeyip bu ifadeyi kullanmıştı.
İşte bu ilim aşkı, milyonları peşinden sürükleyecek kadar herkesin sevgi ve saygıyla andığı büyük bir imam hâline getirecekti İmam-ı Şâfiî’yi.
Onun Resûlullahtan (a.s.m.), Sahabeden aldığı ders, ilmin her şeyin temeli olduğunu, ilimsiz dünya işi olsun, ahiret işi olsun birşey yapılamayacağını, ilim öğrenmenin de bir ibadet olduğunu öğretmişti. Onun için “İlim öğrenmek nafile ibadetten daha faziletlidir” derdi.
Zarurât-ı diniye, yani öğrenilmesi mecburî olan dinî ilimler dediğimiz ilimleri öğrenmek her Müslümana farzdır. Yani Müslüman, farzları, haramları bilecek kadar ilim öğrenmek zorundadır. Tıp, mühendislik, doktorluk gibi bir kısım ilimleri bir toplumda ihtiyaca cevap verecek kadar kişilerin öğrenmesi de farz-ı kifayeye girer. Bunun dışında fazladan ilim öğrenmek de nafile, hatta nafile ibadetten de hayırlı bir ibadettir. Sabah, akşam veya gündüz boş vakitlerimizde otursak dinimizi, Allah’ımızı, Peygamberimizi veya din ve dünyamız için yararlı olan bilgileri öğrensek bunun nafile namaz kılma gibi sevap kazandırdığını unutmamalıyız.
Aişe Validemizin rivayet ettiği şöyle bir hadis-i şerif var: “Fazladan öğrenilen ilim, nafile amelden daha hayırlıdır.”
Namaz, oruç gibi farz ibadetler mutlaka yapılmalıdır. Ama bunların dışında fazladan Allah rızası için yapılan hayır hesanat ve ibadetler eğer nafile iseler bunlar içerisinde en hayırlısı ilimle meşgul olmaktır.
Nafile bir namazın sevabı sadece yapana aitken ilim ise sadece o kişiyi değil, ışık gibi başkalarını da aydınlatır, onlar da faydalanırlar. Dolayısıyla katmerli bir sevap kazanılmış olur.
İşte bu duygu ve anlayış öncelikle Sahabeyi ilme koşturmuştu. İbni Mes’ud ilimle meşgul olmanın namazda bulunmak gibi olduğunu söylerdi. Ebu’d-Derda (r.a.) bir saat ilimle uğraşmayı bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha hayırlı görürdü. İlim deryası İbni Abbas (r.a.), “Gecenin bir kısmında ilmî müzakereler yapmam benim için geceyi sabaha kadar nafile ibadetle geçirmekten daha sevimlidir” derdi. Ebû Hureyre dini öğrenmek için bir saat oturmayı, geceyi ihya etmekten daha sevimli görürdü.
Katade’nin (r.a.) belirttiğine göre eğer öğrendiklerimiz nefsimiz için bir ilâç, başkalarının ıslâhına vesile olacak cinstense ondan bir parça öğrenmek bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.2
Ne dersiniz, haşir neşir olduğumuz, okuyup aktarmaya çalıştığımız birer marifet hazinesi olan imanî ve Kur’ânî eserler bu sınıfa girmiyor mu?
Dipnotlar:
1- Allah Dostları, 3:31.
2- Hz. Peygamber ve İlim, s. 46.
07.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|