Haydi çocuklar mitinge!
Son günlerde yaşadığımız üzücü olaylardan sonra, terörü ve PKK’yı lânetlemek adına yapılan mitinglerde en çok çocuk ve gençleri görüyoruz.
Yediden yetmişe Türk halkının öfkesini ve üzüntüsünü anlıyoruz ama gençlerin ve daha neler olup bittiğini anlayamayacak kadar küçük çocukların okul üniformalarıyla, derste olmaları gereken saatlerde caddeleri ve meydanları doldurduklarını gördükçe “Ne oluyor bu gençliğe, gençlerimizin bu hâl ve tavırları bilinçli mi, bilinçsiz mi?” diye bu durumu sorgulamadan edemedik.
Liseliler aynı saatlerde aynı yerde toplanıyor, mavi önlüklü, ellerine bayrak alan minikler ağabeylerine bakarak ezilme pahasına aralarda kaynıyor, belki de hafızalarından hiç silinmeyecek olaylara şahit oluyorlardı. Bazen de şehitlerimiz için bir araya geldiklerini unutup, parti işaretleri yaparak, partizanca sloganlar atarak birbirlerini kışkırtıyorlardı. Sonra da yumruklar konuşuyordu.
Lisede okuyan kardeşim de birkaç gün önce, okulda olması gereken bir saatte eve gelmişti. Annem telâşla: “İzzet, neden bu saatte geldin, okula gitmedin mi yoksa?” dedi. İzzet acele ile benden bayrak istiyor ve mitinge gideceğini söylüyordu. Anneme de: “Gittim anne, bütün okul izinliyiz, mitinge gidiyoruz, acelem var” dedi. Gitme desek de gideceğini bildiğimiz için bir şey demedik, İzzet de bayrağı aldığı gibi koşarak gitti.
Akşam bir araya geldiğimizde çaylarımızı yudumlarken, “Anlat bakalım kardeşim, nasıl geçti bu günün, miting nasıldı?” dedim. İzzet yorgun ve stresli görünüyordu. “Sorma abla ya; solcular ayrı, sağcılar ayrı, ülkücüler ayrı toplanmıştı. Biz de bir grup arkadaş arada kaldık, hangi taraf hareketliyse oraya geçiyorduk. Bunu fark eden çocuklar, bizim arkadaşlara ters ters bakmaya başladılar. Bir tanesi bizim arkadaşa tekme tokat girişti, zor kurtardık çocuğu. Ortalığı yatıştırıp oradan ayrıldık. Keşke hiç gitmeseydim.”
Seyrettiğimiz haber bültenlerinde gördüklerimiz de, bundan farksız değildi. Gençler partizanca eylemlere âlet oluyorlar, kullanılıyorlardı. Kimilerinin masumca hisleri sömürülürken, kimilerine de derslerden kaytarmak, okuldan kaçmak için bahane çıkıyordu. Okul idarecileri ve öğretmenler belki çocukların millî duyguları gelişsin diye ders saatlerinde mitinglere gitmelerine göz yummuşlardı ama bu ne kadar doğru bir tutum, tartışılır. Bu çocukları meydanlara göndermek yerine, terörün çareleri anlatılabilir, çocukların dinî ve millî duygularını geliştirecek konuşmalar ve programlar yapılabilirdi. Böyle yatıştırıcı ve eğitici faaliyetler yerine birileri çocuklara “Haydi çocuklar mitinge!” diyor, onlar da savaşa gider gibi bayraklarını alarak, sınıfları doldurmak yerine meydanları dolduruyorlardı.
Müslüman bir genç her şeyden önce müsbet hareket etmelidir. İtidalli olmalıdır. Bir takım güçlerin oyununa gelmemeli, hissî hareket etmemelidir. Millet olarak acımız büyük, ancak bunu sabır, yardımlaşma, sevgi, muhabbet, birbirimize destek gibi pozitif duygularla ve yatıştırıcı tutumlarla en aza indirebiliriz. Meydanlara çıkıp bozgunculuğa, tahrik ve tahribe sebep olarak değil. “Menfî hareketten Kur’ân bizi men ediyor” diyen asrın mimarı Bediüzzaman’a kulak vererek bizler asâyişi temin etmekle mükellef olmalıyız.
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-i İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”
|
Mehtap YILDIRIM
07.11.2007
|
|
Kar altında kalan Ayşe’ler
Turkcell firması bugünlerde güzel bir reklâm yapıyor: “Kardelen Ayşe”. Okuma imkânı olmayan Ayşe’nin elinden tutup okutmuşlar. Ayşe, öğretmen olmuş. O da şimdi başka Ayşe’leri okutuyor. Ne kadar güzel ve de hayırlı bir iş. Peygamber Efendimiz (asm), müşrik esirleri okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakıyor. Hazret-i Ali Efendimiz (ra) de; “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyor. İyi ve güzel faaliyetleri alkışlamaktan ve duâ etmekten başka ne yapılabilir? Allah daha nice hayırlar yapmaya vesile kılsın.
Ülkemizde her şeyin böylesine güzel faaliyetlerle desteklenmesini ve bütün fertlerin huzursuz edilmeden birinci sınıf insan gibi yaşamasını çok arzu ediyoruz. Ama işin gerçeği maalesef böyle değil. İkinci sınıf olarak kabul edilip dışlanan insanlarımız var.
Böyle güzel bir girişten sonra kimsenin ruhunu karartmak niyetinde değilim. Esas niyetim kar örtüsünü biraz sıyırarak altında kalanlara bir göz atmak ve ülkemizin kanayan yarası olan başörtüsü sorunundan zarar gören kızlarımızın hislerine birazcık olsun tercüman olmaktır.
84. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyet Türkiye’sinde; devlet, babalığından vazgeçmiş, eşitlik, hak, hukuk ve din özgürlüğü gibi insânî değerlerimiz de memleketimizi yarı yarıya terk etmiş durumdadır. Devletin himaye meselesi ile hak ve özgürlüklerimiz yamalıklı bohça haline gelmiştir. Çoğu zaman varlığı ile yokluğu belli bile değil. Hiçbir kanuna ve nizama uymayan keyfî uygulamalar, günümüze damgasını vurmaya halen devam ediyor.
Nefis ve enaniyetinin esiri olan makam sahipleri, milletin hizmetinde olduklarını unutup, çoğu zaman milletin emanetini millete karşı tehdit unsuru olarak kullanmaktadır. Bunu besleyen de eldeki imkânları kaybetme korkusudur.
Korku, insana hayatını korusun diye verilmiş, başkalarına işkence etsin diye değil. Devleti koruyacağız diyerek devletin asıl sahibi olan millete işkence yapmanın ve devleti kutsallaştırarak tabu haline getirmenin bir anlamı olmasa gerek. Devlet yapısı korunmalı ama, devletin imkânları da milletin hizmetine koşturulmalı ve devlet kademelerinde hizmet edenlerin de emanetçi oldukları hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Dinî vecibelerini özgürce yerine getirmek her vatandaşın en tabiî hakkıdır. Bunlara mani olmak ise insanlık dışı bir olaydır. Dün kadınımızın örtüsüne uzanan düşmanın pis elini kıran Sütçü İmam, bugün başörtüsüne yapılanlardan dolayı mezarında rahat yatamamaktadır.
Başörtüsü, bugün maalesef ülkemizde mahkûm edilmiş durumdadır. Başının örtüsü ile okumak isteyen kız çocuklarımızın devlet eliyle kapı dışarı edildiğini ve okul kapılarının, aşılması imkânsız birer duvar haline getirildiğini acı acı seyrediyoruz.
Okul ya da inancı arasında tercih yapmak zorunda bırakılan kızlarımızdan, inancını tercih eden Ayşe’leri, hiçbir vicdânî rahatsızlık duymadan kalın bir kar tabakası altında unutulmaya ve cehaletin pençesine iten sözde okumuş, ama her ne hikmetse cehaletten bir türlü kurtulamamış olanlar, yataklarında rahat uyuyabiliyorlar mı acaba? Hiç sanmıyorum.
Reklâmda; Ayşe’nin etrafındaki kardelenlerin yanlarına birer de mezar taşı konularak üzerlerine de; “Bunlar da kurtarılamayan, yardım eli uzatılamayan ve cehalet mezarlıklarında ölüme terk edilmiş olan Ayşe’lerimiz” denmiş olsaydı herhalde Türkiye gerçeğini daha iyi yansıtmış olurdu.
|
Kadir AYTAR
07.11.2007
|