|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Sonra nüfusu yüz bini bulan, hattâ bunu da aşan bir kavme onu peygamber gönderdik.
Saffât Sûresi: 147
|
19.11.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Baba, çocuğuna kendisinden râzı olduğunu gösteren bir bakışla baktığında, evlât bir köleyi hürriyetine kavuşturmuş gibi sevap kazanır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 494
|
19.11.2007
|
|
Düşmanımız; cehalet, zarûret, ihtilâftır
Üçüncü Cinayet: İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hammal ve gafil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları iğfal ile, vilâyât-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hammalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene, anlayacakları sûretle meşrûtiyeti onlara telkin ettim. Şu meâlde:
İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tabî olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkîye sevk eden hakîki kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zîra husûmette fenalık var; husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zîra, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz...
İşte o hammalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı(HAŞİYE) boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılâne hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur.
Padişaha karşı irtibatlarını tadil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.
HAŞİYE: Bediüzzaman’a zürefadan biri, birgün, irfanıyla mütenasip bir esvap giymesi lüzûmundan bahseder. Müşarünileyh de, “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülâtını giyiyorum” buyurmuştur.
Lügatçe:
iğfal: Kandırma, aldatma.
vilâyât-ı şarkiye: Doğu illeri.
istibdat: Baskı.
zarûret: Çaresizlik. Muhtaçlık, yoksulluk, şiddetli ihtiyaç, fakirlik.
marifet: Eğitim.
teyakkuz: Uyanma, uyanıklık.
terakkî: İlerleme, yükselme.
husûmet: Düşmanlık.
harb-i iktisadî: Ekonomik savaş.
zürefa: Zarif kimseler, zarifler.
esvap: Elbiseler.
müşarünileyh: İsmi evvelce söylenmiş olan, sözü edilen.
|
19.11.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Burhân
Allah (c.c.), Burhân’dır. Yani yol gösteren, feyiz veren, bizzat varlığı hakka ve hakîkate hüccet, delil ve burhân olan, kelâmını hüccet ve delil olarak vahyeden, insanları hüccet ve delil ile doğru yola çağıran, inanmayanlardan delil ve hüccet isteyen, hüccet ve delil getirmedikleri takdirde sırf burhân olan Allah kelâmına teslim olmalarını isteyendir.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Cevşenü’l-Kebîr’de imdat istediği isimlerden olan ism-i Burhân,1 Kur’ân’da “Allah’tan gelen bir nûr ve feyiz” mânâsında Hazret-i Yûsuf’la (a.s.) ilgili bir âyette geçer.
Kur’ân, Hazret-i Yûsuf (a.s.) hakkında, “Kadın ona meyletti, eğer Rabbinden burhân (feyiz ve doğru işâret) görmeseydi, o da meyletmişti” buyurur.2
Cenâb-ı Hak, bir diğer âyette de Kelâmullah olan Kur’ân’ı Burhân ismi ile isimlendirir: “Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir Burhân geldi! Size apaçık bir nûr indirdik!”3
Allah’ın varlığına ve birliğine, kâinatın bir değil, bin değil, bütün zerreleri adedince burhânlar ile dolu olduğunu; ancak asıl burhan îmân olduğundan, îmân olmadıkça diğer hüccet ve delillerin vehimleri süpürüp yok etmediğini beyan eden4 Bedîüzzaman, “Allah’tan başka ilâh yoktur” hakîkatinin dört küllî burhânı bulunduğunu; bunlardan birincisinin Hazret-i Muhammed (a.s.m.), ikincisinin kâinat kitâbı, üçüncüsünün Kur’ân-ı Azîmüşşân, dördüncüsünün de şuur sahiplerinin sâlim fıtrat ve vicdanları olduğunu kaydeder ki, vicdan şuur sahibi bir tabiattır, bir huydur. Görünen ve görünmeyen âlemlerin birleşme noktası, ikisini bir birinden ayıran perde ve iki âlemden bir birine gelen meyil, his, ilham, arzu, aşk, cezbe gibi duyguların kavuşma yeridir.5
Bediüzzaman’a göre, Cenâb-ı Hak bütün âlemi, kendi varlığını gösteren sayısız burhan ve âyetlerle dolu olarak yaratmış ve tanzim etmiştir. Yüz binlerce muhtelif mahlûkatın tâifeleri, birbiri içinde beraber îcât edilmekte, yeryüzünde beraber yazılmakta, kusursuz, hatâsız, tam bir intizamla her mevsimde hepsi değiştirilmektedir. Her mevsimde binlerce Rahmânî sofra açılmakta, binlercesi kaldırılmaktadır. Her sofra taze taze gelmektedir. Her bir ağaç birer tablacı, her bir bahçe birer kazan hükmünde, her bir nakış, her bir san’at o gizli Zâtın birer îlânnamesi, birer mührü, birer hücceti ve birer burhânı hüviyetindedir.6
(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 232
2- Yusuf Sûresi: 24.
3- Nisâ Sûresi: 174
4- Mesnevî-i Nuriye, s. 166
5- A.g.e., s. 208, 214, 216
6- Sözler, s. 256
|
19.11.2007
|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Hazret-i Ömer bir gün cinlerden birisi ile güreşti ve cini yere yıktı.
Cin yerden kalktı ve “Haydi bir daha!” dedi.
Bir daha güreştiler ve Hazret-i Ömer (r.a.) cini tekrar yendi. Bu defa cine, “Seni çok cılız buldum. Kolların köpek kolu gibidir. Yalnız sen mi böylesin?” dedi.
Cin, “Hayır! Vallahi, ben hepsinden daha iri cüsseliyim. Gel bir daha güreşelim. Eğer bu defa da yıkarsan sana faydalı bir şey öğreteceğim” dedi.
Bunun üzerine üçüncü defa güreştiler. Hazret-i Ömer (r.a.) cini tekrar yıktı ve “Haydi öğret!” dedi.
Cin, “Âyete’l-Kürsî’yi hiç okuyor musun?” diye sordu.
Hazret-i Ömer (r.a.), “Evet, okuyorum!” dedi.
Cin, “Âyete’l-Kürsî’yi her nerede okursan şeytan oradan kaçar. Ve sabaha kadar oraya bir daha gelmez!” dedi.
(Heysemî, 9/71)
|
Süleyman KÖSMENE
19.11.2007
|
|
|
|