Türkiye Yazarlar Birliği ve Eminönü Belediyesi işbirliğiyle kısa süre önce başlatılan kültür faaliyetlerinden birinde konuşmacıydım önceki akşam. “Babıali Kültür Akşamları” başlığı altındaki faaliyetler arasında, yaşayan büyüklerimize saygı günleri de düşünülmüş. Bu sebeple; gazeteci, yazar ve kelimenin tam anlamıyla gerçek bir şair olan sevgili Mehmet Zeki Akdağ Ağabeyimi anlatma görevi bana verilmişti…
Bu sebeple, Eminönü Belediyesi Kültür Ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nün Kızlarağası Medresesi’nde düzenlediği geceye teşrif eden bir elin parmağı kadar dostla Zeki Ağabeyi konuştuk.
Eminönü Belediyesi Kültür Ve Sosyal İşler Müdürü sevgili kardeşim Ş. Fuat İnci, Recep Arslan, Yahya Kemal Baş, Töre Yayınları’ndan Şemsettin Ermetin ve Mehmet Nuri Yardım’ın katılımıyla Zeki Ağabeyi konuşurken bir de baktık ki genelde kültürümüzün sorunlarını konuşuyoruz…
Bu vesileyle Zeki Akdağ Ağabeyim hakkındaki notlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Cemre Dergisi’ni ilk çıkardığımız zamanlar… Birinci sayıyı yayınlamışız. “Aferin” diyenler de var “Sana mı kaldı?” diyenler de… İşte öyle bir ortamda, fakülteye gittiğim bir sabah baktım kimi dostlar sarılıp kucaklıyorlar beni… “Hayrola!” diyorum… Ortadoğu Gazetesi’nin kültür sayfasını çeviriyorlar ki… Tam sayfa Cemre Dergisi tanıtılmış… Hem de çok sitayişkâr cümlelerle… Derginin kapağı da sayfanın süsü olarak kocamanca yerleştirilmiş ortaya. Hemen Ortadoğu Gazetesi’nde alıyoruz soluğu Murat Şimşek’le beraber. Sayfada imzasını gördüğüm M. Zeki Akdağ’ı görmek, teşekkür etmek için. Tanışıklık, dostluk, ağabey-kardeşlik böylece başlıyor. 25 sene önce!
Cemre’ye ve daha sonraki yıllarda yayınladığım her dergiye çeşitli biçimlerde destek olan dostların ön sıralarında bulundu hep Zeki Ağabeyim.
Sevgili Zeki Ağabeyimin kısa bir ansiklopedik biyografisini verecek olursam, şu bilgileri hatırlatmak mümkün:
Karaman’ın Ermenek ilçesinin Göktepe Kasabası’nda 28 Haziran 1929’da doğdu. Göktepe İlkokulu (1943), Veteriner Sağlık Teknisyeni Okulu (1948), Ordu Dil Okulu (1960) mezunu. 1968’deki emeklilikten sonra basına “merhaba” dedi. Milliyet, Akşam, Güneş, Yeni İstanbul, Son Posta, Hergün ve Ortadoğu gazetelerinde; muhabir, haber müdürü, yazı işleri müdürü, genel yayın müdürü olarak görevler yaptı.
Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatkârlar Vakfı kurucu üyeliği, İLESAM İstanbul temsilciliği yaptı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Sendikası üyesidir.
İlk şiiri 1947’de Erciyes dergisinde yayınlandı. Geride kalan bu 60 yıl süresince; Çınaraltı, Hisar, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Millî Kültür, Yeni Ufuklar, Türk Yurdu, Türk Dünyası, Kültür Dünyası, Orkun, Tarla, Kızılelma, Türk Sanatı, Petek, Dokuz Eylül ve Sarmaşık Kültür gibi çok sayıda dergide kalemiyle, mısralarıyla yer aldı.
“Mızrap” isimli musiki dergisini bir grupla birlikte 6 sayı yayınladı. Gazetecilik araştırma dalında 1977’de “Yılın Gazetecisi Ödülü”nü aldı.
Kültür Bakanlığı’na yaptığı 7 bin 500 kitaplık bağışıyla, doğup ilk öğrenimini gördüğü köyünde adına kütüphane açtırdı.
Eserleri: Kırkikindi (1967), Dar Saat (1973), Uzun Hava (1991), Yağmura Duran Bulut (1999), Önce Şiir Vardı (1999), Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı (2003), Gecenin Gözleri (2006)
Edebiyat ansiklopedileri yanı sıra bir çok dergi ya da kitapta da Zeki Ağabey hakkında özel bölümler bulmak mümkün.
Bu biyografiden de anlaşılacağı gibi 2007 yılı Zeki Ağabeyin san'attaki 60. yılı. Gönül istiyor ki; böylesine öz kültürüne özünden bağlı bir edebiyatçı, şair daha görkemli bir törenle taltif edilsin!
Temennimizin gerçek olabilmesi umuduyla, Zeki Ağabeyin san'at anlayışına, eselerine hâkim olan duygulara da biraz eğilelim.
Malûm… Bu topraklarda asırlardan beri önce “şiir” vardı… Sözün hası “şiir”… Kışın soğuğundan donan kalplerimizi ısıtan bir “şiir” vardı önce… Yazın sıcağında kavrulan gönüllerimizi serinleten “şiir” vardı önce…
Sonra ortalığı “şiir gibi” bir şeyler kapladı birden! Ve “şiir” geri çekti kendini: Edebinden!
Bu toprakların kültür ve dil imbiğinden süzülmüş bizim şiirdi, has şiirdi azalan, kendini geriye çeken…
İşte böylesi bir ortamda; bir çok şiirinde ilmik ilmik Anadolu’nun sesini işleyen Zeki Ağabey, dilim dilim dilinen dilimizin halini mısralarıyla ağıtlaştıranlardan bir “şair” olarak çıkıverdi…
Türkülere sarıldı… Türküleri türkü gibi şiirlerinde yaşattı hep. Zeki Ağabeyin bir çok şiirinde türkü sevdasını görmek mümkün. Türküleri öylesine sevmiş ki Zeki Ağabey; “Türkülerimiz” isimli şiirinde “Türkülerle Gömün Beni” bile diyor…
Yer yer tasavvufa uzanan bir manevî dünyayı da Zeki Ağabeyin mısralarında bulmak mümkün. Bunun yanı sıra; tarihine, diline, geçmişine, “bizi biz yapan” özelliklerimizin tümüne sevdalıdır Zeki Ağabey… Ve her biri için hissettiklerini farklı zamanlarda, farklı biçimlerde mısralara dökmüştür.
Yitirdiğimiz özelliklerimizin kıymetini her fırsatta mısralarında ören, Türkçe’mizi nasıl zayi etmekte olduğumuza dikkat çeken, buram buram Anadolu’yu, İstanbul Türkçe’siyle hem yaşıtlarına hem de genç nesle aktarıp sevdiren bir şair Zeki Ağabeyim…
Otuzu aşkın şiiriyle TRT repertuarına girmiş ve Zeki Müren, Ahmet Özhan, Bilge Pakalınlar gibi san'atçılar tarafından seslendirilen şarkıların şairi olan Zeki Ağabey; mısralarında kendini gösteren “gönül adamı” özelliğini yaşantısında da çevresine hissettiren, tam bir Anadolu efendisidir.
Hece vezninden bazı şiirlerinde vazgeçse de sağlam kâfiyeden, şiirin ritminden, âhenginden asla ayrılmaz. Bir çok şiirinde hicivden örnekler de sunan Zeki Ağabey, “Millî şiir” tanımının, yaşayan ender ustalarından biridir.
Merhum Ahmet Kabaklı büyüğümüzün; “…. Türkü, koşma havasına girdiği, aşkını ve tabiatı eski bir Toroslu gibi söylemek gereği duyduğunda Karacaoğlan’ın şenlik ve renkliliğinden pek ayırt edilemiyor…” sözleriyle tanımlamaya çalıştığı…. Merhum ağabeyim Ahmet Tufan Şentürk’ün ifadesiyle de; “…. Tam mânâsıyla ve tek kelimeyle günümüzün yaşayan Karacaoğlan’ıdır” diyebileceğimiz Mehmet Zeki Akdağ Ağabeyime bundan sonra da bol şiirli, az hasretli, “ballı Türkçe” ile örülmüş nice şiirler, şiir kitapları diliyorum…
Sağlık dolu ömürlerle elbette…
Böyle bir şairden bahsedip de şiirinden tatmamak olur mu?
Sevgili Zeki Akdağ Ağabeyimin, “Ayrılık” isimli şiiriyle baş başa bırakıyorum sizleri:
“Bir ananın ikiziydik / Bizi bile ayırdılar / Duâya dönen dillerden / Sözü bile ayırdılar…
Yaprağı yitirdi köken / Yetiş artık ulu hakan / Rahlenin dibine çöken / Dizi bile ayırdılar.
Cümle kine selâ verdik / Dönülmez bir yola verdik / Son umudu tele verdik / Sazı bile ayırdılar…
Kurşunu inkârda fişek / Göze geldi bizim kuşak / Dilsiz mermere döndü aşk / Nazı bile ayırdılar…
Büyü öksüz kuzum büyü / Ninniledik her türküyü / Alafladık yolsuz köyü / Közü bile ayırdılar…”
25.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|