Gönül pınarı
“Öğretmenim, canım benim, canım benim.
Seni ben pek çok, pek çok severim.
Sen bir ana, sen bir baba,
Her şey oldun artık bana”
Ne çok söylerdik bu dizeleri bütün heyecanımızla. Belki o çocukluk yıllarında duygusal olarak çok farkında olmasak da aradan yıllar geçtikçe kadir kıymet daha çok anlaşılıyor. Hep böyle olmaz mı zaten?
Herkesin hayatını değiştiren, bir fırça darbesi misâli hayatına iz bırakan öğretmeni mutlaka vardır. Kalbin bir köşesinde, saklı hazineler arasındadır yeri artık bu tür insanların. Hatırladıkça tebessüm ettirirler, özlendikçe garip bir hüzün bırakırlar. Doktor oluruz, mühendis oluruz, mimar oluruz, müdür oluruz hatta başbakan, cumhurbaşkanı oluruz ama hayatımıza damgasını vuran hep öğretmenlerdir. Ne olursak olalım yolumuz hep onun yolundan geçer ve iyiki de geçer. Kesemiz; öğrendiklerimiz, güvendiklerimiz, emekleri ile hep onların sayesinde doludur. Her başarının arkasında onun imzası, onun mührü vardır. Meydanlarda at koşturan, savaştan savaşa giden hükümdarların, kumandanların arkalarında olduğu gibi. Fatih’i Fatih yapan Akşemseddin gibi.
Benim de var böyle bir öğretmenim, hâlâ unutamadığım, her aklıma gelince güzel hatıralarımı canlandıran öğretmenim. O, öğretmeni “geleceği ellerinde şekillendiren çile adamı, sabır adamı, ne mala, ne makama talip, sadece gönüllere talip olan, veren ama almayan bir küçük ilgiye razı soylu varlıklı öğretmen” şeklinde tarif ederdi. Onu gönül pınarına benzetirdi. Hep ileriye, aydınlığa, güzelliğe akan gönül pınarı. Haklıydı ve doğruydu söyledikleri. Bütün güzellikleri başka gönüllere akıtmada, orada çiçekler yeşertmede ustadır öğretmenler. Kimi zaman melek edasıyla dokunurlar körpe beyinlere, kimi zaman dost eli dokunur ıssız yüreklere, kimi zaman almadan veren anne olurlar, baba olurlar, kimi zaman hepsi ve her şeyin ötesinde insan san'atkârıdırlar.
Bir genç kız, çeyizini ilmek ilmek nasıl dokursa, her nakışına nasıl gözünün nurunu akıtırsa, öğretmenler de bir genç kız hassasiyeti ile nakış nakış bezer, iplik iplik dokurlar. Onların tek mutluluğu eserim dediği öğrencilerinin başarılı olmaları, mutlu olmaları, vatana millete hayırlı insan olarak yetişmeleridir.
Hani çile insanı derler ya, öğretmenler de çile insanlarıdır. Dertleri olacaktır ama yansıtmayacaktır, üzüntüsü olacaktır ama belli etmeyecektir, aksine kendisi dertlere derman olacak, gülmeyen yüzleri güldürecektir. Hep kendini unutacak, sızlanmayacak, sevgisini de saklamayacak, dağıttıkça dağıtacak, saçtıkça saçacak miniklerine, çocuklarına, öğrencilerine.
Gençleri yalnız bırakmayacaklardır. Hep yanlarında olacaklardır. Çünkü bilirler ki; eğer onları yalnız bırakırsa orada ısırgan otları yetişecektir. Oysa onun amacı güller yetiştirmektir. Dikenleri kanatsa da, yaksa da, acıtsa da her şeye rağmen gül yetiştirmektir. Yetiştirdiği güllerin kokusuna hayran bırakmaktır.
Kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde öğretmenlik yapan öğretmenler bilirim. Kışa, kara inat açan kardelenler misâli. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen Hz. Ali’nin peşinden koşarcasına okuma aşkıyla dolu öğrenciler bilirim. Sabaha inat gökte tutunan yıldızlar misâli. Zordur, zor yerlere ilim götürmek, irfan götürmek, aşkla çalışmak, bütün kötülüklere inat iyiyi güzeli göstermek. İmkânsız değildir oysa ve vardır her zaman bir çaresi her zorluğun. Kimi zaman okulu eşkıyalar basar, kimi zaman kar yolları kapatır, gözünün görebildiğini görmez eder, kimi zaman yağmur, çamur ve en kötüsü de cehalet. Bir tebeşir, bir karatahta, birkaç sıra ve çiçeklerim dedikleri öğrenciler. Herşeye değer artık bu tablo, ötesi berisi yoktur. Bütün engellerle savaşacak olan artık kalemdir, akıldır. Kullanılacak silahlar bilgidir, sevgidir.
Hayatımızda bu denli önemli olan öğretmenlerimizi sadece bir güne sığdırıp anlatmakla haksızlığın en büyüğünü yapmış olurum. Onlar sadece gittiğimiz okulun günleri adedince değil, bütün hayatımız boyunca bizlerledir. Belki bedenen olmasa da fikirleri, bize aşılamış oldukları bilgileri ve sevgileriyle her zaman yanımızda değiller mi zaten? Düşerken kaldıracak bir kol kadar yakın, ağlarken omzuna yaslanacak kadar sıcak, üzülürken teselli edecek kadar içimizdedirler oysa.
Hani Socrates diyor ya “her şeye, her esere bir değer biçilebilir, ama onun eserine değer biçilemez”. Tıpkı dünyanın en güzel çiçeklerini bana getirin diyerek, öğrencilerini isteyen, ölüm döşeğinde iken son sözleri bunlar olan öğretmenin eserlerine değer biçilemediği gibi.
Kelâmın bittiği yerde, susmak gerekirse şayet, dünyanın en güzel çiçeklerini isteyen, kardelen öğretmenlerimizin çoğalması duâsıyla susalım. Pazar yerinde çalışan, taksi şoförlüğü yapan, limon satan öğretmenlerimizin şartlarının iyileştirilmesi adına bir taraftan ise bu parayla bu meslek yapılmaz demeyip, mânevî hazzı elinde bir meşale gibi taşıyan, tek amacı insan yetiştirmek olan öğretmenlerimizin çoğalması adına susalım. Bayrağımın dalgalandığı her yer vatanımdır diyerek bir harf götürme telâşında olan öğretmenlerimizin çoğalması duâsıyla susalım. Sizleri anlatacak kalemin ve kâğıdın yetersizliğini bildiğim için susayım. Ben susayım siz akın nehirler gibi. Gönül pınarı gibi.
Girişte yazdığım ilkokul sıralarında söylediğimiz ve hâlâ unutamadığım o şarkı şöyle bitiyordu: “Okut, öğret ve nihayet / Yurda yarar bir insan et” Bu vesileyle bütün öğretmenlerimizin, gönül pınarlarımızın Öğretmenler Günü kutlu olsun. Okutun, öğretin ve bizleri yurda yarar insanlar olarak yetiştirin.
Selâm size, hürmet size, benim eli öpülesi öğretmenlerim.
|
Suveyda GÜNER
25.11.2007
|