Faslıların Bediüzzaman hakkındaki hüsnü kabullerinin ve şehadetlerinin gerisinde elbetteki son reçete olması yatıyor. Fikri ve dini hastalıklarına tiryak arayanlar elbetteki son reçeteye de muhtaçtırlar. Bediaüzzaman’ın sunduğu reçetenin birkaç önemli ayağı ve özelliği var. Bunlardan birisi, sunduğu reçetenin tarihte kalmamış olması. Pratik değeri olması ve günümüze hitap etmesidir.
Dolayısıyla anakronik değil ve kullanım tarihi ve miadı geçmemiştir. Günümüze hitap ediyor. Bununla birlikte bazı reçeteler günümüze hitap etmesine rağmen fildişi kulelerinden inemiyor ve halka malolamıyor. İşte Risale-i Nur, camiiyyet ve tekâmülcü vasfıyla onlardan ayrılıyor. Veya ayrıldığı reçeteler parçalıdır ve onun gibi camiiyyet ve bütüncüllüğü temsil etmiyor. Sözgelimi, Seyyid Kutup gibi isimler vakıayı tahlil ve teşhisde başarılı oluyorlar ama reçete yazmada ve mualecede aynı başarıyı gösterimiyorlar. Veya reçeteleri kısmi kalıyor. Sözgelimi, (zannediyorum ki) Celal Celalizade temas etti; Gazali ‘Mizanu’l amel’ gibi kitaplarında adalete vurgu yapıyor ama bunu ideal zeminde ele alıyor ve halka yansımıyor. Yani alem-i gaybdan alem-i şehadete inemiyor. Gazali, ‘Mizanu’l amel’de bunu günlük ve gündelik dile tercüme edemiyor. Belki reçetetü’l havass makamında kalıyor. Miskeveyh de yine ahlak kitaplarında konuya temas ediyor ama bunu avamın diline aktaramıyor.
Burada şöyle bir taksime gitmekte fayda var. Ahlak ve mev’ize kitapları bir kaç grubu ayrılıyor. Takrirci ve tanzirci anlayış: Bu anlayış ahlakı ve dini hakaiki tecridat suretinde ele alıyor ve avama ulaşması mümkün değildir. Miskeveyh’in kaleme aldığı ve benzeri ahlak kitapları bu türdendir. Bir de nazariyatın dışına çıkarak temsil makamında ahlakı ve dini hakaiki anlatan tarz ve yöntemler vardır. Bunların en sonuncusu Bediüzzaman’dır. Kelile ve Dimne sahibi Beydaba, Sadi-i Şirazi’nin Bostan ve Gülistan kitabı Ahmed İbni Yusuf’un El Mükafaa ve Hüsnü’l ukba kitapları bu tarzı temsil etmektedir. Bediüzzaman da gerçekleri temsili hikayelere bezemiştir. Ama maksadı hikâye anlatmak edğildir. Hikâaye üzerinden hakaiki anlatmaktır. Yani anlatım da bir nevi sanat ve ‘ahbuke’ dedikleri kurgu sanatı vardır. Bediüzzaman temsillerinden bir kısmını kendisi kurgalamış bir kısmını da Muzaffer Can gibilerin de temas ettiği gibi seleflerinden almıştır.
***
Kurgu da olsa anlattıkları bir nevi canlı hayattandır ve yaşayan kıssa ve hikâyeler hükmündedir. Bediüzzaman’ın yöntemlerinden birisi de nazarını Kur’ân’a vererek tevhidi kıble etmesidir. Bunun somut ve muşahhas sonuçlarından birisi de insanları teşettütü’l fikri’den (fikri dağınıklık) kurtarmasıdır. Dağınıklıktan kurtarma çok önemli bir ihtiyaçtır. Çünkü aksi taktirde, mesailer boş yere harcanacak ve enerji yanlış adreslerde tüketilecektir. Sempozyum hadimlerinden Kenan Demirtaş’a göre, Faslı ilim adamlarının ikbal ve hüsnü kabulünün gerisinde yatan temel saik ve faktörlerden birisi de budur. Fas da, şark ile garp arasında kimlik buhranı yaşayan ülkelerdendir. Hâlâ topraklarından bir kısmı (Sebte ve Melile) İspanyol işgali altındadır. Ve Avrupa üzerinden Batı’nın fikri etkilerine maruzdur. Türkiye ile Fas da Avrupa Birliği’ne girmek isteyen ülkelerdendir. Daha doğrusu sadece Türkiye ile Fas Avrupa Birliği’ne girme imkân veya ihtimaline veya istitadına sahip olan iki ülkedir. Bu itibarla, jeopolitik ve jeostratejik konumları birbirine benzemektedir. Bu açıdan ihtiyaçlar da birbirine benzer.
***
Bu ortak illetler ortak çare ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Bu itibarla, ortak jeopolitik vasıf veya Batı ile Şark arasında köprü olmak teşhis beraberliğinin yanında tedavi beraberliğini de yanında getirmektedir. Yani reçeteler ortaktır. Elbette zamani olarak İslâm dünyası ortak bir reçeteye muhtaçtır. Ama mekânî olarak bu reçeteye en yatkın olanlar Türkiye ve Fas gibi ülkelerdir. Fas ilim ve fikir erbabının Risale-i Nurlara olan alakası buradan ileri geliyor olmalı. Ortak ihtiyaçlara nazaran Fas Risale-i Nur açısından münbit bir iklimi temsil ediyor.
25.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|