Endülüs ve onun varisi Fas ile Anadolu’nun ortak bir zemin ve fay üzerinde olduğunu söylemiştim. Gerçekten de Fas Arap olmasına rağmen diğer bütün Mağrip ülkelerinden ve Araplardan farklıdır. Kendisine has bir tarihi geçmişi, kültürü ve kimliği vardır. Farklı bir dokunun ve dokumanın ürünüdür. Bu yönüyle özel bir Arap ülkesidir. Bununla birlikte, İslâm tarihinde tayin edici bir mevkii ve yeri vardır. İki ülkenin manevî tarihine de alperenler damgasını vurmuştur. Bu derin zemin, Kerramiye ile aynı noktada buluşan İbni Teymiyye’nin etkilediği atmosfer tarafından gölgelenmemiştir.
Bediüzzaman, sufilere ait vahdet-i vücut hatta vahdet-i şuhud mesleklerini reddetse de tasavvufun hakaikine sahip çıkmıştır. Aynı dönemde yaşamış olan Hasan el Benna da öyle yapmıştır. Bundan dolayı Hasan el Benna için kimileri ‘sufi selefi’ tabirini kullanmıştır. Esasen Şah Veliyyullah Dehlevi’den Senusilere ve oradan da Hasan el Benna’ya kadar intikal eden bir ara damar var. Bu damara sufi-selefi damar denilebilir. Bunlar kelâmda ve fıkhiyyatta müteehhirin devresini aşarak yeniden selef anlayışına ve yaklaşımına ulaşmak isteyen bir damar veya çizgiyi temsil etmektedir. Müteehhirine ait yolun bir nev'î tıkanmış olduğunu gördüklerinden selef damarıyla onu takviye ve by-pass etmek istemişlerdir. Bu by-pass etmek onu tedavülden veya teamülden kaldırmak anlamında değildir. Dolayısıyla müteehhirin yolunu aynen devam ettirmek isteyenler bir nev'î muhafazakâr çizgiyi temsil ediyorlar.
Bediüzzaman bu meyanda, Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye işaret ederek ‘kavaid-i ehl-i sünnete taassup cihetiyle bağlı’ diyor. Bediüzzaman vahdet-i vücud ve vahdet-i şuhudu reddetmesine rağmen yine de İslâm kültürü ve geleneği içinde İbni Arabi’ye yer verir ve tümden onu reddetmez. Mesleğini reddetse de kendisini reddetmez. Bu damar kendisini kadimci olarak veya muhafazakâr olarak tanımlamadığı gibi yenilikçi olarak da tanımlamaz. Tecdide sahip çıkar ama bu tecdit ittibayı esas alan tecdittir. Zamanın ihtiyaçlarıyla ittibayı buluşturan zeminin genel adıdır. Yenilikçi olması tercihten değil, mecburiyettendir. Eskiyi tümden reddetmediği gibi yeniyi de tümden kabul etmez. Bu yenilikte yenilikçilik yani zorlama yoktur. Bu mânâda Şah Veliyyullah Dehlevi ve benzerlerinin çizgisi Muhammed Abduh veya Fazlurrahman çizgisine bağlanamaz. Belki bağlansa bağlansa Nedvetü’l ulema, Ebu’l Hasan en Nedevi ve Bediüzzaman gibi şahsiyetlerin çizgisine bağlanır. Hasan el Benna da siyasi tarzını bir tarafa bırakırsak bu ekol içindedir.
***
Yenilikçilerle kadimciler arasında bu yol itidal yoludur. Bu yolun pencereleri uygulamalı olmasa da (tarikat şeklinde) fikren ve hakaik olarak tasavvufa açıktır. Esasen burada İbni Teymiyye’nin de tasavvufa açık olduğunu hatırlatmalıyız. O daha ziyade şathiyat ve vahdet—i vucud gibi anlayışlara ve büyük oranda da tevile açık olan işari tefsir ekolüne karşıdır. Nitekim George Makdisi’nin bu meyanda yazdıklarını bir İbni Teymiyye uzmanı olan Thomas Michel de doğrulamaktadır. İbni Teymiyye’nin üç tarikattan hırka giydiğini söylemiştir. Bununla birlikte, İbni Teymiyye İslâm fikriyatı içinde İbni Arabi gibilerine hakkı hayat tanımak istemiyor. Bediüzzaman ise bu meseleye daha etraflıca bakıyor. Samir Boudinar adlı Faslı uzman da Fas ile Türkiye arasındaki telaki/lika yani buluşma zeminlerinden birisinin bu anlayışta yattığını söylüyor. Bediüzzaman İbni Teymiyye ve talebesi İbnü’l Kayyim el Cevziyye için ‘Vehhabilerin azim imamlarından ve acip dehaları taşıyan meşhur, dehşetli dahilerden “derken İbni Arabi için ‘hadi ama muhdi değil’ ibaresini kullanıyor. Şeyhülislam Mustafa Sabri çizgisini tefrit İbni Arabi’ye dayanan yenilikçi Musa Beküf (veya Fazlurrahman gibilerin) çizgisini de ifratla suçluyor. Bediüzzaman’ın tasavvufun hakaikine kapalı olmayan bu mutedil yaklaşımı işte Fas ikliminde hüsnü kabule mazhar oluyor. Bediüzzaman’ın temsil ettiği fikriyatın kökleri Fas da bu yönüyle münbit bir zemin buluyor.
***
Fas ile Anadolu arasında ortak zemini temsil ve teşkil eden hususlardan birisi de Ehli Beyt bağıdır. Fas’da İdrisiyye devletini kuranlar Ehl-i Beyt mensupları olmuştur. Kettaniler ve diğer meşhur ilim hanedanları da bilebildiğim kadarıyla Ehl-i Beyte mensupturlar. Bediüzzaman’ın İttihad-ı İslâm bağına ve bu meyanda İbni Haldun’un deyimiyle İttihad-ı İslâm’ın asabiyesi, omurgası ve bir nevi şahs-ı manevisi olan Ehl-i beyt’e işaret etmesi de çok önemlidir. Faslı uzmanlar ortak damarı teşkil eden meselelerden birisinin de Bediüzzaman’ın derinliği olduğunu söylediler. Vüs’at yani ihata ve derinlik Bediüzzaman’ın mümeyyez vasıflarından biridir. Bu derinlik aynı zamanda bir reçete mesabesindedir. Dağınık vaziyette bulunan değerler, reçeteler bütününü ve mecmuasını bir şekilde Risâle- i nurlar toparlıyor ve hazır hale getiriyor. Faslıların ilgisinin bir nedeni de bu.
23.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|