Hemen her vesileyi bahane ederek Üstad Bediüzzaman'a, eserlerine ve talebelerine saldırmayı alışkanlık haline getirenlerin ortak bir özelliği var: CEHALET.
Meselâ, Said Nursî'nin bir sözünü olduğu gibi okuyamazlar, kavrayamazlar, dolayısıyla da yansıtamazlar.
Bir bakıyorsunuz, köşelerden, ekranlardan kasıntılı bir edâ ile "İşte Said Nursî'nin söyledikleri" diyerek, yüksek perdeden ahkâm keserler. Adeta, "Mal bulmuş Mağribî gibi" o sözün üstüne atlarlar. Ardından da âleme nizamat vermeye yeltenirler.
Bunların bir kısmı da, muhbirlik yapmayı, savcıları göreve çağırmayı mârifet bilir. Tabiî, bu da yine aynı cahilliğin bir başka vechesi.
Zira, Nurcular ve Risâle–i Nurlar kadar mahkemede aklanmış ve beraat kararı (1500'den fazla) almış bir başka dâvâ gösterilemez.
İşte, bu çarpıcı gerçeğe rağmen, yine de yazarın biri çıkıyor ve "Nurculuk suçtur, Risâle–i Nurlar yasaktır" diye, tevil götürmez zırvaları peşpeşe dizebiliyor.
Evet, bütün âdil mahkemelerin beraat kararı vermiş olduğu bir dâvâ için, bu cahiller, maalesef herbir vesileyle "Yasaktır, suçtur, zararlıdır..." diye, tekrarlayıp dururlar.
"Suçtur" öyle mi?
Haydi biz de, bu vâdide malzeme arayanlara bir kıyak geçelim; canları isterse bizi ihbar da edebilirler.
Efendiler! Bakın, sizin çok zararlıdır diyerek ihbarda bulunduğunuz o "suç"u biz her gün işliyoruz. Allah'ın her günü, sizin "Yasaktır" dediğiniz Nur Risâlelerini okuyoruz.
Ayrıca, şunu da ilâve edelim ki, bizi ihbar edip hapse dahi attırsanız, yine de değişen birşey olmaz. Orada da hem okur, hem okuturuz. Tıpkı, 1930–1980 yılları arasındaki yarım asırlık zaman diliminde olduğu gibi...
Ancak, şunu da bilin ki, bu imânî eserleri okuyanların bir tek sâbıkasını, vatana millete karşı işlenmiş bir tek suçunu gösteremezsiniz. Yani, bu meyânda elinizde koz olarak kullanabileceğiniz en ufak bir malzeme yok.
* * *
Evet, Said Nursî ve Nurculuğa yönelik saldırıların çoğu cehaletten kaynaklanıyor. Haliyle, insan bilmediği şeyin düşmanı olabiliyor; dahası, hasmâne bir tutum izleleyebiliyor.
Ancak, şunu da gayet iyi biliyoruz ki, saldırıların tamamı cahillikten kaynaklanmıyor. Bir kısım saldırılar var ki, bilerek ve kasten yapılıyor.
Akıllarının sesini, vicdanlarının hissiyatını dinlemeyen, dolayısıyla başkasının sesi durumunda olanlar, siz ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin, onlar yine aynı teraneyi okur, aynı nakaratı tekrarlayıp durular.
Yani, önlerine ne konulduysa, hangi tür bilgiler servis edildiyse, sırf onu yansıtırlar.
Nitekim, bu halin örneklerine de şahit olmaktayız: Meselâ, tâ 27 Mayıs İhtilâli sonrasında Said Nursî ve Nur Risâleleri hakkında yazılmış birtakım yalan–yanlış raporlar vardır ki, bazı kimseler 40–50 senedir, kasten çarpıtılmış o sözleri temcit pilavı gibi ısıtıp duruyor.
Oysa, kişilikleri gibi Nursî'ye olan düşmanlıkları da mâlum olan Turan Dursun ve Neda Armaner gibi kimselerin sipariş üzerine hazırlamış oldukları o raporlar, baştan sonra bir düzmecedir ve bir iftiranâmedir.
Bu iftiranâmede Said Nursî'ye yakıştırılan sözleri ise, kimisi cehaletinden, kimisi de husûmetinden dolayı, tutup medya organlarından halka yansıtmaya çalışıyor.
Buna mukabil, biz de kesin ve bağlayıcı bir dille buradan bir kez daha ilân ediyoruz ki, Said Nursî ve eserleri, asla onların anladığı ve yansıttığı gibi değildir.
Meselâ, Said Nursî'ye şu veya bu sebepten dolayı hasın ve muarız olanların, zaman zaman saldırıya geçerek şu tür iftiralarda bulunduklarına şahit olmaktayız: "Said Nursî, işgal döneminde Yunan ve İngiliz gibi düşmanlarla birlikte hareket etmiş. İstiklâl Harbinde Kuvâ–yı Milliyenin aleyhinde bulunmuş. O bir cumhuriyet ve demokrasi düşmanıdır. Kürtçülük yapmış, ülkeyi bölmeye çalışmıştır. İsyana teşebbüs etmiş, devletin nizamını yıkmaya çalışmış ve bu sebeple mahkûm olmuştur." Vesâire...
İşte, tıpkı Said Nursî'nin eserlerinden yalan–yanlış şekilde, hatta kasdî çarpıtma sûretiyle alıntı yapanlar gibi, yukarıdaki tarzda ipe sapa gelmez iddialarda bulunanları da iki kategoride toplamak mümkün: Cahiller ve hasımlar. Zira, bu kimseler bir türlü mert olamıyorlar. Karşımıza merdâne bir şekilde çıkmıyorlar.
Şayet böyle olmasaydı, Said Nursî'nin sözlerini olduğu gibi, yani orijinal şekliyle alıp öyle yansıtırlardı.
Açıkça ifade edelim ki, ne aktarmış oldukları sözler orijinaldir, ne kitapların sayfa numaraları birbirini tutuyor ve ne de iddia ettikleri gibi ortada bir suç durumu veya mahkûmiyet kararı var.
Evet, yaklaşık bir asırdır Said Nursî ve talebelerine yönelik çeşitli akla hayale gelmedik saldırılar olmuştur. Şeytanın aklına gelmeyecek isnatlar yapılmış, iftiralar uydurulmuştur. Bu meyandan yapılmış olan ihbarların ise, haddi hesabı yoktur.
Ancak, bunca saldırı ve taarruzun hiçbiri delile, ispata dayanmadığı gibi, neticesi de iddia edildiği gibi mahkûmiyet olmamıştır. Artık "kaziye–i muhkeme" haline gelen mütün mahkemeler beraatle neticeleenmiştir.
Bununla beraber, ortada ilim heyetlerinin hazırlamış olduğu bilirkişi raporları ile Diyanet dairesince hazırlanmış olan müsbet raporlar var.
Hakikat–i hal böyle iken, şimdi burada kalkıp hangi bir iddiaya cevap verelim, hangi iftiraya mukabele edelim?
Öncelikle, iddia sahibinin iddiasını ispat etmek gibi bir mecburiyeti var.
Fakat, heyhat ki, bizim karşımızdaki müddeilerin delil ve ispat gibi dertleri yok. Dolayısıyla, hakikate, doğruya değil de, yalana yanlışa itibar ediyorlar. Nursî'nin orijinal eserlerine bakmak yerine, iftiranâmelere bakmayı mârifet sayarlar.
Böylelerine karşı ne denilebilir ve ne yapılabilir ki?
Gerçi, cahil olanları bir şekilde aydınlatmak mümkün... Ancak, bize öyle geliyor ki, 50–100 senedir tekrarlanıp duran aynı iftiraların arkasında bir "kast–ı mahsus" var. Birileri kasten düşmanlık ediyor ve milyonların imanını kurtarmaya vesile olan Nur'lu hakikatleri söndürmeye çalışıyor.
Ama, şükürler olsun ki, bir türlü muvaffak olamıyorlar. Bilâkis, onlar üfürdükçe Nur'un parlaması daha da ziyadeleşiyor. Bu sayede, pekçok insan Nur'dan nasipdar oluyor.
Evet, karanlığın en ziyade koyulaştığı bir zamanda, Üstad Bediüzzaman şöyle diyordu: "Kardeşlerim! Merak etmeyiniz; o Nurlar parlayacak." (Şualar, sayfa: 273)
23.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|